Yeni Alanya Gazetesi'nde yayınlanan yazıları için tıklayınız.
Sevgili Dostlar merhaba,
Yeni kitabım bugün piyasaya çıktı.
Kendi deneyimlerimden oluşan önerilerimi, 173 farklı başlık altında topladım.
2000 ve 2007 yıllarında iki ayrı kitabım yayımlanmıştı. Aslında, her yedi yılda bir yazayım diye niyetlenmiştim. 2014’ü atlamışım, kısmet 2021 yılınaymış.
Seni ilk kez 1970’li yıllarda Ankara Selim Sırrı Tarcan Spor Salonu’nda Bulgaristan milli takımına karşı izlemiştim. Takımın en genci olmana rağmen smaçlarınla tüm seyircileri büyülemiştin.
Kızım Su ile bir süredir her yıl, baba-kız başbaşa, ikimizin de daha önce görmediği bir ülkede tatil yapıyoruz.
Covid döneminde bu gezilere mecburen ara vermiştik.
Pandemi sonrası kaldığımız yerden devam ediyoruz.
Günümüze kadar bir çok iktidarın turizmin gelişimine şöyle ya da böyle bir miktar katkıları olmuştur.
Tabii ki başarıdaki aslan payı turizm sektörü yatırımcıları ve çalışanlarınındır.
Öyle güzel bir ülke ki Türkiye, onca hatalı politikalara, krizlere rağmen Dünya Turizmi’nde 4. sıraya oturduk.
Eşimle ikimiz, 2012-2015 yılları arasında yaşadığımız Mısır’ı bir hayli özlemişiz.
O nedenle de Haziran ayında, bir haftalık tatilimizi Hurgada’da değerlendirmeye karar verdik.
Gündem hakkında bir şeyler yazana kadar bile gündem değişebiliyor.
Herhangi bir nedenle, her gün, en az bir kadını öldüren bir ülkeyiz.
Kimi ayrılmayı içine sindiremediği için öldürüyor, kimi de PKK’lı sanıp çaycının masum kızını hiç utanmadan katlediyor.
Ve biz de bu arada turizm yapmayı düşlüyoruz.
Gezmeyi çok seviyorum.
Zaten kim sevmez ki?
Bugüne kadar 55 ülke gezdim.
Yeryüzünde yer alan 200 kadar ülkenin hepsini görme şansım olamayacaksa da, en azından yarısını gezmeye talibim.
Umman ve Körfez Ülkelerindeki Turizm
Mehmet Tunç Müstecaplıoğlu, 25 yılı Antalya’da olmak üzere 35 yılı aşkın süredir turizm sektöründe acente yöneticiliğinden otel yöneticiliğine kadar sektörün her dalında çalışan bir profesyonel.
Lobimizin girişindeki güzel mermerlerin üzerine renkli ayak izleri yerleştirdik, gelen misafirlerimizi şeffaf plastikten yapılmış seperasyonun arkasında maskeli resepsiyonistlerimiz karşılıyor. O sırada, maskeli misafirlerimizin bavulları, maskeli bellboylarımız tarafından dezenfekte ediliyor.
Dünyanın jandarmasını kim tanımaz ki zaten.
Son günlerde Amerikalı bir polisin, ona doğrultulan onca kameraya hiç aldırmadan, güpegündüz siyahi Amerikalı bir vatandaşı boğarak öldürmesi sonrası yine zor günler geçiren Amerika, hiç gündemimizden düşmüyor.
Corona hakkında yazmayan pek kalmadı sanırım. Bari ben de eksik kalmayayım diye, Covid-19 makale kuyruğuna gireyim dedim. Küresel etkisi hesaplanamayan şu kahrolası virüsün, Çin’in Wuhan adlı şehrinden, tüm dünyaya ihraç olacağı kimin aklına gelirdi bundan altı ay kadar önce.
Sizi bilmem ama şu sıralar kafam, Covid 19 haberleri okumaktan bulaşık teline döndü. Ellerim ise her an yıkanmaktan, derede evin tüm çamaşırını yıkayan bir köylü kadını kıvamında. Hepimiz birbirimize aynı soruları sorup, benzer cevaplarla umutlanıyor ya da endişeleniyoruz. İşte ben de şu sıralar merak ettiğim konuları araştırıp, aldığım notları da sizlerle paylaşıyorum.
Sizi bilmem ama şu sıralar kafam, Covid 19 haberleri okumaktan bulaşık teline döndü. Ellerim ise her an yıkanmaktan, derede evin tüm çamaşırını yıkayan bir köylü kadını kıvamında. Hepimiz birbirimize aynı soruları sorup, benzer cevaplarla umutlanıyor ya da endişeleniyoruz. İşte ben de şu sıralar merak ettiğim konuları araştırıp, aldığım notları da sizlerle paylaşıyorum.
“Elin şanslı Bedevisi, bunlar petrol sayesinde zengin olmuşlar ama kültürleri yok” gibi lafları siz de sıkça duymuşsunuzdur. Körfez Ülkeleri (Suudi Arabistan, Katar, Kuveyt, Bahreyn, Umman ve Birleşi Arap Emirlikleri) arasında yıldızı hızla parlayan bu başarılı ülkeyi, böylesi küçümseyici ifadelerle eleştirmek için ancak, oralara hiç gitmemiş, bu ülkeyi hiç araştırmamış olmak gerekir.
Corona günlerinde, tarihin kara sayfalarına geçecek bir sapığı anlatmak istiyorum size. 2008 yılında duymuştuk adını, sonra da unuttuk bir çoğumuz. Geçenlerde aklıma geldi bu iblis ve eski gazete sayfalarından araştırdım biraz. Josef’in yaşam öyküsünden ileride bir film ya da dizi çekileceğini tahmin ediyorum.
Biliyorum konu biraz tatsız, ama ölüyor bizim cins sonunda bir şekilde işte. "Kaç yıl daha yaşarız, sonumuz nasıl olur acaba" diye düşünmeyenimiz yoktur sanırım. Nasıl ve ne zaman öleceğimizi hep merak eder, hem de bilmek istemeyiz değil mi?
Biliyorum konu biraz tatsız, ama ölüyor bizim cins sonunda bir şekilde işte. "Kaç yıl daha yaşarız, sonumuz nasıl olur acaba" diye düşünmeyenimiz yoktur sanırım. Nasıl ve ne zaman öleceğimizi hep merak eder, hem de bilmek istemeyiz değil mi?
Umman’da çalışmaya başlayalı neredeyse 4.5 sene oldu. Size önce kısaca çalıştığım Orascom Development Holding’i tanıtmak isterim.
Dört günlüğüne Nepal’in başkenti Katmandu’ya gittik. Yetti mi Nepal’i tanımaya, tabi ki yetmedi, doyamadık.
Bir Avrupa ülkesine gittiğimde, fotoğrafını çekmeye değer bulduğum, beni şaşırtan kare sayısı artık bir kaç adet ile sınırlanırken, Nepal’de 400’e yakın fotoğraf çekip arşivledim.
Görmeyi çok istediğim, çok merak ettiğim yerlerden biriydi bu kamplar. Münih yakınlarındaki Dachau Toplama Kampı’nı (Konzentrationslager/KZ) 30 yıl kadar önce gezdikten sonra üzerimde yarattığı şok etkisini bir süre atlatamamıştım. Ki orası Auschwitz’in (Auşvits diye okunuyor) yanında bir tatil köyü kıvamında kalır.
Ne de güzel bir duyguymuş meğer.. Daha önceleri çocukluğumda, ilk gençliğimde Kalamış’ta, Moda’da, Caddebostan’da yüzmüştüm. Boğaz’ın serin ve akıntılı suları ile tanışmak ise 2019’un 21 Temmuz’unda 31. Samsung Kıtalarası Yüzme Yarışı ile kısmet oldu.
Tunç Bey, uzun zamandır Umman’dasınız? Yurt dışında yönetici olmanın tarifini yapar mısınız?
Umman’da çalışmaya başlayalı neredeyse 4 yıl oldu. Umman öncesinde de tamı tamına 3 yıl Mısır’da çalışmıştım. Yurt dışında yönetici olmak, ülkeden ülkeye, firmadan firmaya farklılık gösterir. Ben Umman’da Orascom’da çalışmaktan mutluyum, belki bir başkası aynı koşullarda Umman’da ya da bir başka ülkede çalışmaktan mutlu olmayabilir.
Antalya’nın charter seferleri ile tanışması 1967 yılına dayanıyor. Almanya kökenli Touropa ile başlayan seferler, 1974 yılına kadar alçakgönüllü bir ilerleme kaydederken, biz Kıbrıs’a bir Barış Harekatı düzenledik. Dünya kamuoyu bunu Kıbrıs’ın istilası olarak kabul edince, Antalya’ya charter, yani doğrudan seferler taa 1984 yılına kadar durdu.
"Her koyun kendi bacağından asılır" özdeyişini bir miktar vahşi bulsam da bir hayli gerçeklik payı vardır. Evet, kendi kordonlarını kendileri kesmeli tüm bölgeler. O nedenle de, bölgesel turizm derneklerinin önemi, değeri bir kere daha anlaşılıyor.
Bir süre önce görkemli olduğu kadar ürpertici bir kasırga yaşadık Umman Salalah’da. Ben daha önce Antalya’da bir kaç hortum, şiddetli yağmur, fırtına falan yaşamıştım, ancak bu denli şiddetlisi ile hiç tanışmamıştım. Umman, Hint Okyanusu’na kıyıları olan bir ülke olduğundan dolayı, ara sıra bu tür kasırgalara maruz kalabiliyor.
Yok yok döviz artışı felaketinden filan bahsetmeyeceğim. Adı konmamış % 40 devalüasyon falan da muhtemelen dış mihrakların bir oyunudur yine bize. Her yanı güllük gülistanlık ülkemizi kıskanıyorlardır elbette.
Haziran ayının sonunda oraya gidene kadar ben hiç tanımazdım. Hatta sıkça; Mozambik, Mogadişu, Moritanya ile karıştırırdım. Koskoca bir ülke 10 günde ne kadar anlaşılırsa ben de o kadar anladım işte.
Kızım Su ile 7 yıldan bu yana ayrı ülkelerde yaşıyoruz. Baş başa tatil yapma kararı aldık geçenlerde. Her gittiğimiz yerde her nedense fahri rehber ben olurum, burada yolcu koltuğunda oturdum, şahane rehberim kızımdı. Aman ne rahatmış anlatamam. Zaten Japonya’ya gitmeyi de o seçti.
Alman eğlencelerinin çoğunu sevmem aslında. Ama Bavyera bölgesini pek Almanya’dan saymamak lazım. 30 senelik çalışma arkadaşına adıyla hitap edemeyen Almanlar, nasıl olur da Faşing, Oktoberfest gibi etkinliklerde böylesine çoşarlar hala tam anlayamam. Belli ki bira, bu çalışkan ve sert insanları da yumuşatıveriyor.
Ben de merak eder dururdum. Aman botoksla karışmasın, ortada bir yılan zehiri, Seda Sayan dudakları falan yok. Aslında buna, bir tür vücudumuza çeşitli zamanlarda aldığımız zehirlerden arınma terapisi de denebilir.
Dayıcım merhaba,
Sana 2 aydır bir şeyler yazmaya çalışıyorum, ancak toparlayabildim kafamı. Seni hatırladıkça nereden çıktığını anlayamadığım gözyaşlarım, yerini yavaş yavaş gülümsemeye bıraktı.
- şef bu et kaç gram?
- Efenim doyurucu bir porsiyon olduğuna emin olabilirsiniz
- Doyup doymayacağıma müsaade ederseniz ben karar vereyim, siz benim soruma cevap verin kaç gram bu et diyorum?
- 200-250 gram arası değişir
Geçtiğimiz günlerde, dünyada en çok seyahat satın alan ülkelerin başını çeken Almanya’nın başkenti Berlin’de bir turizm fuarı vardı. ITB’nin açılımı, uluslararası turizm borsası anlamına gelir.
Tabi ki hayır.
Herkesin sancılı bir başlangıç öyküsü vardır.
Top bir türlü geçmek bilmez karşıya.
O kahrolası fileyi kim koyar ki öyle araya?
Aslında saha dışarıdan nasıl da büyük gözükür değil mi?
Sizlere, Turizm ve Çelebi’nin Antalya’daki yolculuğunu anlatmadan önce, kısaca Anadolu ve Antalya tarihinin kilometre taşlarından söz etmek isterim.
Aslında aforizma, özdeyiş, atasözü gibi anlamlara geliyor. “neymiş bu yahu” deyin de sonuna kadar okuyun diye özenle seçildi kendisi. Yani, okuyacaklarınız arasında tenisin atalarından falan bir şeyler bulamayacaksınız.
Bayramda tatile gitme fikri iyi de, onca hayvanın yanıbaşımızda boğazlanma fikri de çok fena bir duygu be canım. Hayatı boyunca bir tavuk bile boğazlamamış bizim gibi şehir çocukları için, bir hayvanın kurban edilme olgusu, hangi yaşa gelinirse gelinsin pek algılanamıyor.
Hikayeyi tekrar edeyim sana
Gayret gayret hatırlasana
İlk görüştük senle biz Moda’da
Moda Moda Moda yolunda
Daha önce görmediğimiz bir şehri ilk ziyaretimizde edineceğimiz izlenim, beklenti ve önyargılarımızla da doğru orantılıdır.
Oraya giderkenki duygularımız, gittiğimiz zaman dilimindeki yaşımız, o ülkenin mevcut siyasi konumu, o şehre bakışımızı etkileyen faktörlerdendir.
Hani geçenlerde yazmıştım, Istanbul’da tenis oynamaya hasret kaldım diye.
Tam onun üzerine bir yerde bir ilan gördüm.
1. Türkiye Plaj Tenisi Turnuvası başlıyor diye.
Antalya’da nasıl da rahatça şımarırdık öyle.
Aman şu altı numaralı kort da çok güneşli, hem kimse seyredemiyor orada yeteneklerimi, ille de dört numaralı kortu isterim.
Acaba bugün Hillside’da mı oynasam, yoksa Dedeman’da mı?
Bizim şu acayip heykel alerjimiz nereden gelir bir bileniniz var mı?
Yoksa, bu işin kökeni heykeli putla karıştırmaya kadar gider mi acaba?
54 yıllık babamla vedalaştık 3 hafta kadar önce.
Hayatımın en uzun dostluğunu yaşadım kendisiyle.
Gelişme dönemimde, son derece doğal olarak kendisi ile ara sıra didiştiysek de, yaşantımın en önemli öğretmeniydi babam.
Ben hiç gitmezdim de.
Önünden geçerken de, koşu bantının üzerinde umutsuzca koşan fareler gibi koşturan garibanları görünce, içten içe gülesim de gelirdi.
Bir kere, ucunda top olmadan yapılan hiçbir sporu spordan kabul edememişimdir her nedense.
Diye tanıtıyorlar kendilerini çeşitli reklamlarında Hintliler.
İnanılmaz, muhteşem, akıl almaz, harika gibi anlamları var incredible’ın.
Henüz sadece iki şehrini görmeme rağmen, bu tanımlar pek de sırıtmıyor bu ülkede.
Telefonla arayan arkadaşlarımın ilk tepkisi genelde buna benzer oldu.
İlk şokla bu Güneydoğu Asya ülkesini, Kamerun, Kamçatka, Kolombiya dahil bir çok yerle karıştıran oldu.
Yöneticilik yaşantım boyunca başka türlüsünü düşünemediğim, iş yaşamının “olmazsa olmaz”larından olarak kabul ettiğim ekip çalışması, özellikle de Çelebi gibi binlerce insanın bir arada çalıştığı organizmalarda aslında güzel bir zorunluluktur.
NELERE GÜLERSİNİZ?
Mizah konusu açılınca ben de bu konu hakkında bir şeyler yazmak istedim.
Yıllar içinde sinema ve tiyatroda giderek seçici olmaya başladım her nedense.
Beni korkutan, iğrendiren, geren, gösterilerden kaçar oldum.
Dolayısıyla, yıllar içinde giderek daraldı seyredeceklerim.
Klasik bir söylemdir aslında.
Ama dün öğle vakti, gözyaşları gerçekten de yağmura karıştı.
Daha bir gün önce Papatya Eren’den bir mesaj gelmişti.
Vedia vefat etti yazıyordu üzerinde.
Ölüm kimseye yakışmaz derler ya hani. İşte Vedia da o gruptandı.
Yaşamınız ve modern Türkiye’yi yaratışınızın öyküsünü tüm öğrenim yaşamımız boyunca ezberledik. Özellikle sizin ölümünüzden sonra, devrimlerinizin kalıcılığını sağlamak adı altında, düzenli tekrar sistemini benimseyen yönetimler; adınızı, fotoğraflarınızı özdeyişlerinizi, büstlerinizi hemen her yerde kullanarak, küçük çocukların kafalarını karıştırıp durdular.
Gizem telefonda benden bir veda yazısı isteyince önce şöyle bir durakladım. Ben Atik’e, dolayısıyla da Antalya’ya veda mı etmeliydim yoksa?
Bundan 20–25 yıl kadar önce, İstanbul’da aynı kulüpte tenis oynadığımız bir arkadaşım ilginç bir öneri ile gelmişti.
Kendisi oyuncak ithalatçısı olan Ekrem Aksoy, benimle birlikte kayak malzemeleri ithal etmek istediğini söyledi.
İthalattan anlayan o, kayaktan anlayan ben, bir de uluslararası arenada iş bağlantıları ve finans konularında uzman Savaş Manço.
- Voleybolun ilk adının Mintonette olduğunu
- Amerikalı beden eğitimi öğretmeni William Morgan (1870-1942) tarafından 1895 yılında Massachusetts’de icat edildiğini
Nasıl geçti maç?
Yüz kere oynasak bir kere yenemez beni aslında
Bugün ne oldu
Yaa, pisi pisine verdim işte..
Belki de hiçbirisisinizdir.
Nedense çapkınlık terimleri hep erkekler için türetilmiştir.
Belki bir tek “kulağı kesik” sözcüğü hızlı kadınları tanımlayabilir.
Ne de kötü geliyor kulağa değil mi?
Sanki yakalamış da ibret olsun diye kulağını kesmişler gibi.
Babamdan otuz beş sene sonra ben de, 1991 yılında baba oldum.
Kızımı ilk kucağıma aldığımdaki duygularımı tarif etmekte hala zorlanırım.
Mutluluk, endişe, gurur, coşku, huzur bunlardan ilk aklıma gelenler..
Tenis sporuna en benzeyen oyunun adının Jeu de pomme (jödöpom diye okunuyor) olduğunu, bunun “avuç oyunu” anlamına geldiğini ve ilk kez on ikinci yüzyılda oynamaya başlandığını,
Evet, sonunda olan oldu ve tenis kulübü başkanını da sorgulamak için götürdüler.
Sabahın altısında, mimar Ufuk başkan gözlerini oğuştururken karşısında emniyet güçlerini gördü.
Uludağ’ın hakkında bu kadar ileri geri konuşunca gökyüzü bile üzüntüsünden yağmur olup ağlamaya başladı.
Bunca tuhaflığa bir de yağmur eklenince, pistler kısa sürede Toroslar’ın meşhur karlama tatlısına dönüşüverdi.
Föniks diye okunan ve bizde adına Anka denen bu mitolojik kuş ile başlayayım dedim yazıma.
Hani şu küllerinden dirilen..
25 yıl önce Antalya’da kurulan ATİK, yani Antalya Tenis İhtisas ve Spor Kulübü, 2008 yazına kadar benim için ara sıra o güzel bahçesinde tenis turnuvalarına katıldığım herhangi bir dernekti.
Antalya tenisinin anası, bundan 25 yıl önce kurulan ATİK’tir (Antalya Tenis İhtisas ve Spor kulübü). Otel bahçelerine kurulan tenis kortları, birçok yeni tenisçi yetişmesine çok ciddi katkılarda bulunurlar.
Her yıl arkadaşlarla birlikte, birkaç günlüğüne de olsa kayak tatiline gitmeye çalışıyorum.
Annemin turizm şirketi faalken, ben kayak federasyonunda görev yaparken, yılda kırk günümü dağlarda geçirdiğim olurdu.
Hiç sevmem doktora gitmeyi hiç.. Hem kim sever ki zaten. Betonun üzerinde haftada yirmi saate varan maçlar sonunda dizlerimde ağrılar başladı.
Sevgililik nedir, ne kadar sürer, aşkla ilintisi ne kadardır?
Bu sevgililik denen şey, evlenince de sürer mi?
Bu ve buna benzer sorular, belirli dönemlerde benim de kafamı kurcalar durur.
Nasıl da sıkılırdım çocukken babam yanına oturtup dinletmeye çalıştıkça.
Gıy gıy da gıy gıy gibi gelirdi inleyen keman nameleri kulağıma.
Zorla balık yağı içiriliyor gibi olurdum.
Mustafa filmini çekene kadar ocağımıza yeterince incir dikmiştin zaten.
Zerafet, hoşgörü, sevecenlik, şiir kıvamında yazıların ve belgesel filmlerin ile kadınlarımızı isyan kıvamına getirmiştin.
Altın Portakal Film Festivali rüzgar gibi geçti.
Ünlü sanatçılar, Antalya’ya kuyruklu yıldız gibi gelip gittiler.
Açılış gecesine katıldım.
Semt Pazarları bir ülkenin aynası gibidir.
Gittiğim her yerde ziyaret etmeye çalışırım.
Allanıp pullanmadan sunulan bir kültür ve insan mozağidir adeta.
Valencia, I found my love in Porto Fino, New York şarkıları o şehirlerin tanınırlığının artmasına olumlu katkılarda bulunmuştur.
MFÖ’nün Bodrum şarkısı da Muğla’nın bu şanslı ilçesine ilaç gibi gelmişti.
Feride, Antalya Tenis Kulübü'nün genel sekreteri Şefika Elmalıoğlu hanımefendinin kucağında mırıldarken görülüyor.
- Top derler ona Feride, tenis topu.
- Ben de oynayabilir miyim?
- Hayır onunla sadece tenisçi insanlar oynayabilir, biz kediyiz.
Ben pek beceremiyorum da.
Nights in white satin gibi romantik şarkılar ile sevgiliye sarılarak yalandan kımıldanmaları kastetmiyorum.
Onu şiş bacağı ile babam da yapıyor.
Haydi bakalım, nur topu gibi yeni bir gündemimiz daha oldu.
Alanya belediye meclisi, bikinili kadınların, mayolu adamların şehir içinde dolaşıp dolaşmamaları konusunu meclis gündemine getirdi.
Hem de aynı Londra’da olduğu gibi, şehrin tam göbeğinde.
Tam yüz dönüm.
Bu arsa, mesela Alanya’da Kleopatra plajında olsaydı, çoğu birbirine küs elli kuzen, yeğen bu büyüklükte bir arsanın içine elli tane üç yıldızlı otel dikerlerdi.
Mimar Zenon’un Aspendos’u 1800 yıl kadar önce ortaya çıkarmasından uzun bir süre sonra, 2008 yılında bir yeni Aspendos daha doğdu.
Adı Aspendos Arena.
Ama öyle sosyal sırıtmaları sormuyorum.
Hani şu, formal, mesafeli, “ya öyle mi” ile biten maskeli gülücükleri de kastetmiyorum.
Ne sıklıkta doyasıya gülebiliyorsunuz? Kahkaha atarak, gözünüzden yaş gelene kadar.
Citius, altius, fortius demiş modern olimpiyatların kurucusu Fransız baron Pierre de Coubertin.
Yani, daha hızlı, daha yükseğe, daha güçlü..
Kendisinden önce 2 yıl kadar başkanlık yapan Yunan’dan sonra Pierre baba atmış temelini asri Olimpiyat oyunlarının.
Yendim diye sevinme, yenildim diye erinme diye sesleniyordu cazgır.
Bir günde beş film izlediğim olmuştur, ama aynı gün içinde dört konser izlediğim hiç olmamıştı daha önce.
Birinci konseri CD’den izledim.
Ünlü Yunanlı besteci Yanni (54), Atina’nın ünlü Akropol’ünden hayranlarını coşturdu.
Okuduğumda gözlerime inanamadım.
Tatile gelmiş iki genç İsrailli, bir de Türk animatör köpüğün içinde elektrik akımına kapılarak ölmüşler.
Müzikallerle tanışmam yaklaşık kırk yıl öncesine dayanıyor.
Annemin zoru ile İngiliz şarkıcı Cliff Richard’ın başrolünü oynadığı “Summer Holiday” filminden sonra eve büyülenmiş gibi dönmüştüm.
O da kimdi diye sorduğumda, "hani şu Reha Muhtar’ın eski sevgilisi olan, ufak tefek ama güzel şarkı söyleyen güleryüzlü hanımefendi var ya, işte o" dediler.
Antalya’da artık bu mümkün.
Hem de havalimanına sadece 38 kilometre uzaklıkta.
Bundan bir önce yazdıklarımı beğenenlerin yanısıra Fatih Terim’e fazlasıyla övgüler düzdüğümü düşünen arkadaşlarım da vardı.
Düşüncelerimi biraz daha açmam gerekiyor.
O olmazsa Tarkan, Erol Evgin ya da Erovizyon ustası Bülent Özveren de olabilir.
Biz millet olarak sıkıldık bu tikli milliyetçi Adanalıdan artık.
Versace de giyse kebap kokuyor adam.
Bandırma gemisi Atatürk’ü Samsun’a götürmüştü bundan 89 yıl kadar önce.
Bir devrimin ve modern Türkiye’nin başlangıç tarihi olan 19 mayıs gününü her yıl anıyoruz.
İleride yine hayırla anacağımız bu yeni 19 mayıs bayramını da, sigarasız mekanlara kavuşma bayramı olarak kutlayacağız.
Lost dizisinin en yeteneksiz oyuncusu Josh Holloway (1969) geçenlerde Magnum dondurmalarının reklam çekimleri için Istanbul’daydı.
1.88 m boyundaki sarışın Amerikalı dizi oyuncusunu kıskandım da bunları yazıyorum sanmayın lütfen.
Kudüs, İsrail, Filistin.. Bu üç özel isim Kudüs’e gitmeden önce kafamda hayli karışıktı. Üç günlük turun ardından biraz daha karıştı. Yoğun tur programlarının ardından kafamdaki cami, kilise, sinagog görüntüleri birbirine dolandı.
Bir polis memuru böyle sormuş İlhan Selçuk’a.
83 yaşı da basında sıkça vurgulanmış.
Yirmi iki yıl önce, yani 1986 yılında tanıştığımızda demek ki 61 yaşındaymış İlhan Selçuk.
Aysel hanımın torunu olunca bundan birkaç yıl önce bir gün yolumuzun onun küçük kızı Mehtap'ın evinde kesişti.
Mehtap'ın evine ilk gidişimdi.
Teşkiye'deki bu sempatik eve girer girmez, kendimi sanki her gün uğradığım çok yakın bir arkadaşımın evindeki sıcaklığın içinde buluverdim.
Mehtap beni annesiyle tanıştırdı.
Bergama kralı 2. Attalos, İ.Ö. 150 yılında güçlü donanmasının barınması için bu güzel şehri kurmuş.
Şehrin adını da kendi isminden esinlenerek Attalaia koymuş.
O zamanlarda ve ondan da eski Pamfilya döneminde şehri görmeye gelenleri turistten sayamayacağımız için, biraz daha yakın tarihimize bakmamız gerekecek.
Hani bana yeni yaşamını anlatacaktın.
Daha geçenlerde, “hele bir gel Olympos’daki evimize de nasıl emekli olunur göstereyim sana” diye özendirmiştin beni.
Bir akıl-fikir zanlısı olarak Sultanahmet Adliyesi’ndeydim geçenlerde.
MÜYAP avukatları, binlerce otel yöneticisi gibi beni de hakim önüne çıkardılar.
Müzisyenler bir araya gelemediklerinden, ne isteyeceklerini de pek kestiremediklerinden, biraz da hukuk danışmanlarının rüzgarıyla absürd rakamlarla haklarını arıyorlar.
Uzun aralıklarla gelebildiğim Alanya’da kendimi bazen yabancı gibi hissediyorum.
Özellikle şehir merkezindeki olumlu değişimler, Avrupa’da Alanya’yı tanıyan herkesin dilinde.
Michael : Selam Heinz, Kemer'den yeni döndüm. Anlatamam sana nasıl eğlendiğimi.
Heinz: Yaa, neymiş o anlatılamayacak anıların?
Hrant Dink'in ardından yorum yazmayan bir ben kalmıştım.
Eksik kalmayayım diye oturdum ben de yazıyorum işte.
Şu mendebur cadde ne yapıyor da beni kendine çekiyor anlamıyorum.
Pisliğinden, kalabalığından, güvensiz olmasından ne kadar şikayet etsem de, her Istanbul’a gidişimde sanki beni bir mıknatıs çekmiş gibi kendimi orada buluyorum.
Televizyonda, yüzleri korkunç maskeli, kibar davranışlı cellatlar, Saddam'ı sanki bir Tomogrofi merkezi açılışına gelmiş de onu gezdiriyorlarmış gibi görününce, yıllar öncesinde, askerlik yaptığım dönemde buldum kendimi.
Biz niye araç kullanmasını bir türlü beceremiyoruz dersiniz?
Antalya Hash House Harriers üyeleri ile orman içinde yürüyüş, müzik, yemek, dans derken harika bir Pazar geçirdim.
Dönüş yolunda rastladığım bir-iki sürücü canımı sıksa da günün güzel tarafları baskındı.
Turistcikleri yedir, içir, eğlendir, sonra seneyi planla derken biz turizmcilerin sanatla ilintisi azıcık kısıtlı olur.
Ancak kızım Resim bölümünde okuyup, ileride de moda tasarımcısı olmak isteyince, mecburen konuya ejnebi kalmamak için kendimi geliştirmeye çalışıyorum.
Asya gezisindeki ikinci durağımız Tayland'dı. Önce, "Dalgadan Duvar" anlamına gelen Tsunami'den nasibini almış Phuket adasına gittik.
Kuzey komşumuz Rusya ile yıllarca çeşitli nedenlerden dolayı savaştık.
ABD'nin de etkisiyle her kış başı, "aman dikkat her an komünist Ruslar gelebilir" diye korkutulduk.
“Siirt’in Eruh ilçesinde, güvenlik güçleri ile PKK mensupları arasında çıkan çatışmada 7 er, 1 geçici köy korucusu şehit oldu.”
Bir ödül törenini daha geride bıraktık.
Öncesinde de güzel bir turizm zirvesini.
— merhaba Iris nasılsın?
— İyilik Tunç ya sen? Havalar ısındı mı Antalya’da?
Geçen ay Kempinski otelinde düzenlenen geleneksel “biz yine niye krize girdik” toplantılarından birinde Öger’in uluslararası bir maraton yarışı düzenlediğini öğrendik.
Biraz kuş gribini karikatür krizini unutup bana kulak vermeye çalışır mısınız?
“başımıza daha neler gelecek? at kızamığı mı, İspanyol hıçkırığı mı, yoksa koyun menapozu mu?” diye boşuna tahmin yürütmeye çalışmayın.
Viyana bizi işte bu güzel tabelayla karşıladı.
Tüm Avusturya, ünlü bestecileri Mozart'in resimleri ile süslenmişti.
Geçen ay Almanya’da, ilgiyle takip ettiğim Holiday Check sitesinin başındaki adamla, Markus Schott’la tanıştım.
“Bir yarışın bitimine geldiğinizde, bir başka yarışın başladığını görüyorsunuz”.
Marilyn Monroe söylemiş galiba bu sözleri.
Sarışınlarla ilgili salak yakıştırmalarını oldum olası sevmemişimdir zaten.
Bugün sizin son yolculuğunuzda yanınızdaydık.
Binden fazla insanın katıldığı törende, akrabalarınız, arkadaşlarınız, öğrencileriniz, okurlarınız, kısaca sevdikleriniz sizinle vedalaşmaya gelmişlerdi.
Ben her yıl Triatlon yazısı yazmaktan sıkıldım.
Gelip göremiyorum da neler olup bittiğini.
Organizasyonda çalışmaktan da yırttım.
Şu Trakya’ya da Asya deyiverselermiş keşke.
Kıta karmaşası yaşamazmışız böylece.
Bir keresinde Rusya’da Yekaterinburg’a gitmiştim.
Orada da Ural dağları, Avrupa ve Asya’yı ayırıyordu.
Onlar Avrasya’ya Evrazya diyorlardı.
İsviçre’yi otuz yıl sonra ikinci kez gördüm.
İlkinde, bir lise öğrencisi iken, sevgilimi ziyarete gitmiştim.
Bir “Lady School”da eğitim alıyordu.
16 yaşında iken bir hanımefendi olmaya çalışıyordu.
Oldu da sonunda.
Şimdi, kendisi gibi hanımefendiler yetiştirmeye çalışıyor Türkiye’de.
Eylül ayının son günlerinde Belek’de, Rixos Premium otelinde güzel bir \nprogram vardı. Türkiye-Avrupa Turizm Zirvesi konmuştu adına. Birincisi \nolmasına rağmen hayli yoğun bir ilgi vardı.
Bu kez yolum İrlanda’ya düştü. Hani şu Serbest olanına. Yani, 800 sene zorunlu beraberlikten sonra, 1923 yılında paçasını İngiltere’den kurtarmış olan İrlanda Cumhuriyeti’ne. İrlanda Cumhuriyet Ordusu (IRA) ile tanınan ve başkenti Belfast olan Kuzey İrlanda oluyor. Kuzeylileri Protestan, Serbest olanları ise Katolik.
Bu aralar iş bahanesiyle leylekle beraber havalardayım. Son yolculuğumda leylek yoktu. Çünkü Norveç’teydim. Bir otelimize iki yıldır bol miktarda gelen, zarif, güleryüzlü, sorun çıkarmaya niyetsiz Norveçliler, acaba evlerinde nasıldılar? Şimdi size bunları, Abba’nın otuz yıllık klasiklerini dinleyerek yazacağım.
Neden böyle tuhaf olaylar hep bu ilçenin başına geliyor acaba?
Turizmin ağabeyi Alanya, nasıl oluyor da bu kadar emek verip iyi bir yere getirdiği imajını koruyamıyor?
Yine masum insanlar öldü Mısır’da. Niye öldüklerini anlayamadan göçüverdiler.
Kendini patlatmaya karar vermiş birine karşı savunma yapmak nasıl da zor.
Mısır’da, 1992 yılında turistik yerlerde başlayan saldırıların on üçüncüsü en kanlısı oldu.
Biraz iş, biraz da Wimbledon'u görme arzusu beni Ingiltere'ye çekti haziranın sonunda.
1991 yılında Alanya Triatlon ve Tenis Kulübü’nü (ATTK) kurmuştuk.
Kurmadan\n bir yıl kadar önce, daha öncesinde hiç görmediğimiz uluslar arası bir \nTriatlon organizasyonu için bir araya gelmiştik..
Geçtiğimiz günlerde Belek kavşağından Kadriye'ye saptıktan kısa bir süre sonra, yolun kenarında yürüyen küçük bir kervan gördüm.
Acente yöneticiliği yaptığım yıllarda, Rusya komşu kapısı gibiydi benim için. Kırk kez kadar gittiğim Rusya'ya artık senede bir, Moskova turizm fuarı için gidiyorum. Böylece, değişimi daha rahat farkedebiliyorum.
Temmuz ayının ortasında bir otel genel müdürünün çıkıp, “yatırımcıyla görüş ayrılıklarımız var, bu tesise artık yararımın dokunacağına inanmıyorum” gibi sözlerle otelden ayrılması ne kadar abes ise, iki çok önemli fuar öncesinde bakanlığın bırakılması da o denli hatalı bir karardır.
Tatil deyince aklıma nedense hep kar ve kayak tatili gelir. Otuz iki \nyıldır hemen her kış, zaman ve parayı denkleştirip bir kayak tatili \nsığdırdım yaşantıma. Bu tutku yaratan sporu kaymayana anlatması zordur, \nbilirim. Bir kere bu zevki tadan için ise artık kurtulunması zor olan \nbir tiryakiliktir.
Noele az bir süre kala iki günlüğüne Münih'e gittim. Antalya havalimanında kışlık turistlerimizle, hacı adayları kafilesi ve onları uğurlayan elleri kameralı, heyecanlı akrabaları da vardı. Adaylar, açık gri, tek tip rahat giysileriyle sanki Mekkesporla maça giden bir spor kafilesi gibi zinde ve sevinçli bir telaş içindeydiler. Artık onları yeni bir yaşam bekliyordu. Döndüklerinde kendilerine, "hacı teyze", "hacı amca" diye seslenilecekti.
Bu kış umduğumdan daha renkli geçiyor Antalya’da. GM dergisini çıkaran \nÖzlem-Selçuk Meral çifti, 14 aylık bir bebeği, Kemer’de bir oteli, sanki\n stand by konumuna almışlar, düzenledikleri seminerlerle turizmcilerin \nbireysel gelişimlerine katkıda bulunmaya çalışıyorlar. Hiperaktif proje \nüreticisi bu genç karı-koca, gün geçmiyor ki yeni bir etkinlikle \nkarşımıza çıkmasınlar.
Hepimizin arzusudur ya hani şu kaliteli turistler.
Tur operatörleri de nedense, hele kış aylarında bir türlü bulamazlar gavurcukların kalitelilerini.
Varsa yoksa, yamru yumru, ak saçlı, zor yürüyen yaşlı turistler.
Bizim ninemiz, dedemiz gidiyor mu bunların memleketine?
Yooo..
Yatırımcılar bir otelin mimari projesine nasıl karar verirler hep merak \netmişimdir. Bildiğim kadarıyla, önce birkaç beğenilen örnek, aileye \nyakın bir mimarla ziyaret ediliyor. Ardından mimar bey, biraz kendi \nzevki, biraz da patronun dileği doğrultusunda ortak bir çalışma \nçıkarıyor ortaya.
Balear adalarının başkenti Mayorka’ya gitmeden önce, belki Alman basınının da etkisiyle, bu güzel adayı çok ucuz bir tatil beldesi sanırdım. Mayorka, (Mallorca diye yazılıyor) yine İspanya’nın hasadını topladığı, Atlas Okyanusu’ndaki Kanarya Adaları’nın aksine, Girit ve Kıbrıs adaları gibi, Barselona ile Sardunya adalarının ortasında bir Akdeniz adası.
Eğitim eğitim diyoruz da patronları, ya da kibar bir deyişle yatırımcıları kim eğitecek? Marka giysilerle dolaşmalar, Atatürk’ün Kocatepe’den ordusunu denetler gibi bakışlar, burnundan kıl aldırmamalar, ufak dağları üretmeler tamam da, onları kim geliştirip eğitebilecek?
Bu yıl Belek’de de otel işletmeye başlayınca buradaki yaşamı yakından tanıma fırsatım doğdu. Dışarıdan hayli parlak gibi görünen, Türk turizminin bu en gözde beldesi, haklı ününü bir çok ögeye borçlu.
Geçen hafta, iki gecede üç farklı tanıtım toplantısına katıldım.
Önce bir İskoç viskisi olan “Glenmorangie” ile Hillside Su otelinin güvertesinde tanıştık.
700 yıllık Kızıl Kule yine güzel bir sanatsal etkinliğe tanık oldu.
Bedri\n Baykam ve Abidin Dino sergilerinden, o acayip merdivenlerini unutmuşum.\n O nedenle, kulenin giriş kapısında programla birlikte enerji içeceği \nsatan görevlinin bunu niye yaptığını tepeye varmadan anlayamadım.
Bir arkadaşımızın kız kardeşi geçenlerde İstanbul’da evlendi. İki genç bir otelin balo salonunda muratlarına ererken, bizler çıktık kerevetlerine. Masalmış gibi anlatıyorum çünkü rahmetli Lady Di gelse gecenin görkemini kıskanırdı.
Geçen ay, “bir gün otursam da yöneticilik anılarımı yazsam mı acaba” diye içimden geçiriyordum. Yöneticilik, dışarıdan bakıldığında fiyakalı bir işe benziyordu başlarda. “Kim bilir ne önemli kararlar alırım, çalıştığım kuruma nasıl da çağ atlatırım” gibi hayallerim de vardı.
Geçtiğimiz günlerde TUİ, neredeyse tüm kurmaylarıyla Antalya’daydı. Olimpiyatlar gibi, dört yılda bir turizmin başkentine gelmeleri bence hayli hayra alamet idi.
Her Rusya'ya gelişimde icat edenin soyunun,sopunun kulaklarını çınlatırım. Cyrill (Kiril diye okunuyor) ve Mefodi adlı Bulgar keşişler, dokuzuncu yüzyılda eski Yunanca'dan esinlenerek, Slavlardan başka kimse anlamasın diye bu zor alfabeyi icat etmişler.
Bence, Rusya fuarı ile karşılaştırıldığında Berlin’in pek borsalığı kalmamış gibi.
Neyse,bir\n fuar daha geride kaldı. Avrupa’nın en önemli turizm buluşması \nBerlin’deydi. Dünyanın Almanya’dan turist bekleyen en ufacık noktası \ndahil hepimiz koyu renk giysilerimizle Berlin sahnesindeki yerimizi \naldık.
Sualtı Dünyası dergisinin kıdemli Alanya temsilcisi olarak nihayet dergiye bir katkı fırsatım doğdu. Derginin, elinde modası geçmiş fotoğraf makineli, “psycho” sırıtışlı editörünü ilk okuldan bu yana tanırım.
Bir milyon kilometrekarelik bu ilginç ülkeyi, bir haftada bitirmek mümkün olamayacağından, Mısır’ın Sina yarımadasının güneyindeki Sharm El Sheikh şehrinden başladım.
10. Moskova Türk (Turizm) Fuarı’nı da geride bıraktık. Türk fuarı \ndiyorum,çünkü neredeyse her köşeye,bucağa Türk turizmciler hakimdi. Fuar panoları, yol ilanları, dergiler, radyo, TV ve gazeteler hep Türkiye kokuyordu.
Bundan birkaç yıl önce, haftada 2-3 yazı yazarken elimin nasıl gittiğinin farkına varmazdım. Şimdi, biraz da antrenmansızlıktan olacak kağıtla uzunca bir süre bakıştık.
İçinde efsanelerin de olsun. Biraz on binlerce yıllık tarihinden bahset.
Termesos, Likya, Perge, Klikya, Kolonoros derken biraz kafam karıştı da.
Ya da Yunancasıyla “Kalos irfate stin Kriti”. Neredeyse gittiğimiz her yerde bu içten sözcükle karşılaştık. Atatürk’ün İstanbul’undan kalkıp Venizelos’un Atina’sına indiğimizde, henüz Atanın çağdaşı, 85 yıl önce pek te anlaşamadığı bu devlet adamının Giritli olduğunu bilmiyorduk.
Anadolu’dan gelip geçen uygarlıkları, lise çağlarımda not baskısıyla savsaklayarak, hafızamın derinliklerine gömmüştüm. Justiniano Otelleri’nde yöneticiliğe başladıktan sonra, otellerin adını, kurulduğu bölgede 1500 yıl kadar önce yaşamış olan bir Bizans yazlık şehri olan Jüstinyen Polis’ten aldığını öğrendim.
Alanya’nın yegane eli yüzü düzgün toplantı salonu olan Alanya Ticaret Odası’nda Alanya Tanıtım Vakfı ALTAV’ın turizm fuarları izlenimlerini dinledik. ALTİD, tanıtım konusunda misyonunu tamamlamış olmalı. Çoğunluğunu ALTİD’den tanıdığımız yöneticileri şimdi ALTAV formasıyla izliyoruz.
Yeni “Sabit Pazar” güzel olmuş.
Sokak ressamları girişe ilginç resimler yapmışlar. Çarşının içi manav ağırlıklı. Tabelalar ise köy otobüs garajını andırıyor.
Ticaret Odası’ndan Bir Turizm Bakanı daha geçti. Daha önce Devlet ve \nTarım Bakanlığı yapan Mustafa Taşar’ın, bu kez de Turizm Bakanı olması \nuygun görülmüş.
Alanya’nın iki yüz kadar turizm seçkini olarak, Bakanın yanı sıra bazı seçilmiş ve atanmışları da dinledik.
Aspendos Tiyatrosu’ndaki konserde Rus askerleri seyredenleri büyüledi. \nUçan dansçılar, nerelerinden çıkarttıkları meçhul gür sesleriyle \naskerler bizlere, “Şimdi Rusya’da olmak vardı anasını satiim...” dedirttiler.
Yeğenimin nişanı dolayısıyla, memlekete birkaç günlüğüne ziyaret gittim. Aile arasında diye bildirilen sülale arasındaki bu sade tören için, yirmi beş metrekarelik salonda, otuz beş kişi iyice birbirimize kaynaştık.
Alanya’da güzel bir toplantı gerçekleşti. Çok fonksiyonel olacağına inandığım Akdeniz Kültürleri Araştırma Derneği,\n doğumunu bu güzel organizasyonla müjdeledi. Değerli konuklarımız vardı.\n Güzel bir Türkçe ile,40 yıl önceki Alanya’yı anlattılar. Kibar üslupla \nAlanya’nın mevcut konumunu değerlendirdiler.
Fuara Türkiye’den katılan otelci ve acentecilerin amaçları hayli çeşitlidir.
Aklıma gelenleri sıralamaya çalışayım.
Fuarlara gidip,dönüşte orada Alanya adına yapılan tanıtım faaliyetlerini yazınca, bu fuarlara emeği geçen bazı dostlarımı kırdığımı gözlemledim. Oysa, eleştirmek hayli keyifli bir iş,herkese öneririm. Şöylece bir bakıp; “Iıh Olmamış...” demek, bana objektif bir görüş bildirimi gibi gelse de bu eleştiri, o işi organize edenleri mutsuz edebiliyor. “Sen de oradaydın, düzeltiverseydin!..” gibi kontra eleştiriler alabiliyorum.
Hollanda’nın 400 bin nüfuslu 4. büyük kenti Utrecht’de; 12-16 Ocak 2000 tarihinde düzenlenen fuarı yaklaşık 200 bin kişi gezdi.
Geçtiğimiz günlerde, Sheraton Voyager Oteli’nde Flamenko rüzgarlar esti.\n Antalya, kış aylarının hüzünlü Alanya’sının yanında, Broadway gibi \ncanlı bir sanat metropolü sanki. Sinema, tiyatro, konser gibi \netkinlikler günlük yaşamın bir parçası gibi. Nitekim, bazı konserlerde, \niki otobüs dolusu Alanya yaşayanını görmek mümkün. Alanya’nın monoton \nyaşamından sıkılanlar, tehlikelerle dolu, tek alternatifli karayolunda \ngece dönüşünü de göze alarak, sık sık Antalyaya’ya gidiyorlar.
Geçtiğimiz günlerde, Sheraton Voyager Oteli’nde Flamenko rüzgarlar esti. Antalya, kış aylarının hüzünlü Alanya’sının yanında, Broadway gibi canlı bir sanat metropolü sanki. Sinema, tiyatro, konser gibi etkinlikler günlük yaşamın bir parçası gibi. Nitekim, bazı konserlerde, iki otobüs dolusu Alanya yaşayanını görmek mümkün. Alanya’nın monoton yaşamından sıkılanlar, tehlikelerle dolu, tek alternatifli karayolunda gece dönüşünü de göze alarak, sık sık Antalyaya’ya gidiyorlar.
6-7 Kasım 1999 tarihlerinde Frankfurt’ta gerçekleşen yaygın adıyla Neckermann Fuarı olarak bilinen bu mini fuar; cılız da olsa, 2000 yaz sezonuna ışık tutacak nitelikteydi. Otelcilerimizin çoğu bilirler; bilmeyenlere fuarla ve Neckermann’la ilgili bilgiler aktarmak isterim.
Kısa adı DEİK olan, Dış Ekonomik İlişkiler Kurulu; Türk-Rus İş Konseyi ortak toplantısının yedincisini, MNG’nin dillere destan Topkapı Oteli’nde gerçekleştirdi.
Yarışmanın yapılacağı parkuru günlerdir merak edip duruyordum. Yarış sırasında yürüyerek gezmenin pek akılcı bir yaklaşım olmadığını, yolun ortalarına doğru anladım. Yer yer bir metre darlığındaki toprak yolların ortasından ok gibi geçen bisikletçilerin gözü hiçbir şey görmüyordu. Ezilmeden tamamlayabilmek için, keklik refleksleri geliştirdim.
Eylül 1998’de, Saint Petersburg’un Kastüşka Hastanesi’nde geçirdiğim on gün sırasında; Rus insanını, çok dar gelirli tıp camiasını yakından tanıma fırsatı bulmuştum. Hastane koridorlarında, hastalarla hemşirelerin, ikinci el makyaj malzemesi ve kozmetik takaslarını gözlemlemiştim. Kapımda 24 saat nöbet bekleyen biri silahlı, iki koruma görevlisi; doktora bile,”el insaf” dedirten bir kontrolle, beni izole edecek, “sakıncalı hasta” konumuna soktularsa da; her boş bulunduklarında, hastanede yaşayanlarla söyleşmeye çalışmıştım.
Geçtiğimiz Pazar gecesi, “Aşık Şekspir” filminde, sinemaseverlerin duyguları hayli karmaşıktı. Sinema başlangıcı ve arasında herkes depremi konuşuyordu. Ölü ve yaralı sayılı haberlerden biraz olsun sıyrılabilmek için doldurmuştu, hatırı sayılır bir kalabalık Grand Kaptan’ın çatısını.
Mis gibi kahve kokusu eşliğinde sürpriz bir kahvaltıyla mı; yoksa sevdiğiniz bir melodinin fondaki tınısıyla yatağınıza getirilen gazetelerle mi?
Ticaret Odası’ndaki 90 dakikalık arkeoloji konferansı, Anadolu Medeniyetleri Tarihi hakkında ne denli cahil olduğumu yüzüme vurdu. Prof. Dr. Fahri Işık’ın anlattıkları, Emin Oktay kökenli kısıtlı resmi tarih bilgili bizlere, üç numara büyük geldi haliyle. Onca medeniyetin beşiği Anadolulu olmanın gururuyla ayrıldık Ticaret Odasından.
Yerel gazetelere yazanların, ulusal konularda yorum yapmalarından genelde hoşlanmıyorum. İçerisinde partilerin baş harfleri geçen akıl-fikir yazıları, zaten günlük gazetelerin tümünde fazlasıyla var. Bir de bunlara, kasaba muharrirleri de bir şeyler eklemeye kalkınca, sıkılıyorum.
Öger’in Türkiye’de ağırladığı Alman Medyası’na kafası bozulan Turizm Bakanı Ahmet Tan şöyle gürlemiş: “Alman turistlerden vazgeçer, gerekirse onların yerine Çin’den bile turist getiririz”. Mesut Yılmaz da geçtiğimiz yıllarda, Almanya’da, benzer bir kabadayılıkla, Türk Turizmine hatırı unutulmaz katkılarda bulunmuştu.
“Hoş geldiniz” anlamına gelen bu sözcükle karşılayacağız Rus konuklarımızı. Mayıs tatili dolayısıyla 10 Mayısa kadar, bölgemizde Rus turistleri de ağırlayacağız. Sonra Haziran başına karar bir boşluk olacak. Haziran’dan itibaren onları daha sık göreceğiz. Temmuz ayı ile birlikte okullar tatil olacak ve çoluk çocuk cümleten gelecekler.
Alanya Lisesi yakınlarında, cadde üzerindeki bir duvarda, yıllardır \ntuhaf bir slogan durur. Boyaları giderek dökülen bu resimli sloganda;
“Akdeniz foklarının nesli tükeniyor, onları yaşatalım” deniyor.
Seçim telaşımız bitti sonunda. Sipahioğlu ve ekibinin kutlamaları kısa sürede kabul edip çalışmalarına başlayacağını umuyorum. Çünkü halk, çökme noktasına gelen bütçeleriyle, hızlı çözümler bekliyor. Alanya’yı, her yıl girdiği geleneksel çıkmazdan hangi projeler kurtaracak merakla izliyorum.
Sizin şarkılarınızla ilk tanışmam, 1960’lı yılların sonlarıydı sanırım. “Aman Avcı “, “Seher Vakti”, “Kol Düğmeleri” dinlediğim ilk şarkılarınızdandı. Aynı yıllarda, Cem Karaca “Resimdeki Gözyaşları”, Jose Feliciano “Rain”, James Brown “I Feel Good” adlı parçalarıyla ünleniyorlardı.
Stockholm Terminali’nde, Metin isimli bir taksi şoförünün arabasına denk gelince, şehir hakkında Türkçe bilgiler alabileceğimi sanarak sevinmiştim. Ancak Metin, Türkçe selamıma İngilizce karşılık verdi ve Türkçe konuşmadığını belirtti.
Sizi yıllar öncesinden şahsen, İstanbul Kalamış’tan tanırım. Çevrenizde her zaman sevgi, saygı uyandıran bir insandınız. Üzüntüm, bu yazıyı kaleme almam, biraz da ondan kaynaklanıyor.
Kültürü, sanat tarihi, mimarisi, insan ilişkileri ve daha bir çok yönüyle kendimiz çok yakın hissettiğim Rusya’nın; yalnızca gazetelerden okuduğum ve aslında zaman zaman teğet geçecek kadar yakınlaşmak zorunda kaldığım karanlık dünyasıyla, 10 Eylül sabahında, emrivaki olarak tanıştım.
Neler oluyordu Rusya’da?
Durum medyanın aktardığı kadar kötü müydü acaba?
Alanya’nın gizli rakiplerinden Side, havaalanına yakınlığı dolayısıyla, genellikle daha turistli sezonlar yaşıyor. Oteller daha iyi fiyata satılıyor, dükkan kiraları daha pahalı. Özetle işler orada biraz daha iyice. Ancak, sağlık koşulları bakımından karşılaştıracak olursak, al Side’yi vur Alanya’ya.
Hey! Gidi günler hey!.. Yıllar nasıl da göz açıp kapayıncaya kadar geçiyor. Gerçi yaşımız yetmişi buldu ama, Alanya’daki bu olumlu değişikliği gördük ya; artık gözümüz arkada kalmaz.
Elektrik ve su diye diye cümlemiz ruh doktorluk hale geldik. Becerikli yöneticilerimiz; enerji kaynakları, TEDAŞ, Kepez gibi halkın hayli karmaşık bulduğu isimlerle aklımızı karıştırıyorlar ve “işler iyi gidiyor aslında” edasıyla basında boy gösteriyorlar. Geçen gün, basınç eksikliğinden su yine duşa kadar çıkamayınca; musluğun altına yatarak yıkanmaya çalışırken, aklıma şu fıkra geldi:
Klasik müzik konserlerine gitmeme inadım 42 sene sonra kırıldı. “O rahatsız taşların üzerinde uyur kalır, horlayıp turistleri rahatsız edebilirim” gibi, tedirgin edici savlar ileri sürmeme rağmen, kaçışım mümkün olmadı.
Herkes birbirine soruyor: “Yahu, niye gelmiyor hala bu gavurcuklar. Nisan geçti, Mayıs da bitmek üzere, nerede kaldı bunlar? “
Alanya’da sportif bir ortam senenin birkaç günüyle sınırlı olduğundan, \nbiz de dükkanımıza sık sık pencereler açıyoruz. İşte onlardan biri;
Damlataş’taki arsız timsahların oluşturduğu sorun..
1960‘lı yıllardan hoş bir seda olarak hayal meyal anılarımızda kalan \ntramvay, birkaç yıldır yeniden, İstanbul’da yaşanların hizmetine girdi.
İlk\n geldiği yıllarda atlarla çekilen tramvayın önünde, bir elinde \nçıngıraklı bir adam koşarmış, halk bu gavur icadının altında kalmasın \ndiye.
Bir akrabamın vefatı dolayısıyla, İstanbul’un faniler dünyası mutfağını tüm çarpıcılığı ile yaşadım. Yiğidin hakkını yiğide vermeli. Gerek Kadıköy Belediyesi, gerekse Diyanet İşleri, insanların bu acılı günlerinde son derece sevecen ve hızlı davranıyorlar.
Yaklaşık yirmi yıldır amatör bir kayakçı olarak içinde bulunduğum kayak camiasını, ikinci Erdoğan ÜSTÜNSOYLU Federasyonu’nda bana verilen bazı alçak gönüllü görevler dolayısıyla daha yakından tanıma olanağım oldu.
Korkmayın, şimdilik sadece soğuk bir şaka. Bölgemizde herhangi bir AIDS taraması yapılmadığından, modern vebadan payımızı ne ölçüde aldığımız da koskoca bir soru işareti.
Tarihçiler, İsa’dan çok önce şarapla başlayan içki içme alışkanlığının, ne zaman sona ereceğini pek kestiremiyorlar. Ancak, birkaç yüzyıl önce, Kızılderililerin çubuk ile başlayan tütün tüketimi bağımlılığının, muhtemelen 100 yıl içerisinde biteceğini öngörüyorlar.
Bu yazıyı yazmadan önce yanıma gelen karım, “ yine ne yazıyorsun?...” diye sordu. Ben, “ Alanya’nın güzelliklerini...” deyince çok şaşırdı ve, “ sıcak başına vurdu herhalde, ne güzelliği kaldı bu şehrin ?..Kendimi Beyazıt Meydanı’nda yaşıyor gibi hissediyorum!..” dedi.
Bu gün dükkanımıza izninizle bir “ turist mektubu “ köşesi açıyoruz. Geçen gün dükkanımda unutulan bir mektubun sahibini bulamayınca; biraz meraktan, biraz da adresini anlayabilmek amacıyla, bu mektubu açıp okudum. Bu ilginç mektubu sizlerle paylaşmak istedim.
Bostancı Pınarı Caddesi’nde 1985 yılından bu yana yaşıyoruz. İlk tanıdığım tozlu yollarından bu yana epey betonlandı ama, huzuru her yıl giderek azalıyor.
Alanya’da, eğer şehir içinde yaşıyorsanız, Pazar günleri ve sayım günleri hariç,sakin bir tatil günü geçirmek, hoş bir fanteziden ileriye gidemeyecektir.
Alanyaspor’un işleyişini, Alanya’ya maliyetini, işlevini, amaçlarını,yıllardır merak eder dururum. Bu merakımı gidermek için, geçtiğimiz günlerde Alanyaspor’un canlı tarihi, kulübün cefakar neferi, sayın Nazmi Reisoğlu’nu ziyaret ettim.
Ülkemizde, İspanya’daki gibi boğa güreşleri olmadığından, ya da yapılanların iki boğa arasında geçen kansız boynuz tokuşturmaları çerçevesinde kaldığından, “Oley!..” terimi bizde daha çok; rakip futbol takımını ve seyircisini kızdırmak için kullanılır.
Aşırı kalabalıktan sıkıldığımdan mıdır nedir, ayağım hiç gitmemişti DENİZ BAYRAMI şenliklerine. Bu kez, yüzme antrenörümüz, Milli Yüzücü Hakan ESKİOĞLU ve Triatlon Takımımız’ı seyretmeye de niyetlendiğimden, iskelede yerimi aldım.