Yarışmanın yapılacağı parkuru günlerdir merak edip duruyordum. Yarış sırasında yürüyerek gezmenin pek akılcı bir yaklaşım olmadığını, yolun ortalarına doğru anladım. Yer yer bir metre darlığındaki toprak yolların ortasından ok gibi geçen bisikletçilerin gözü hiçbir şey görmüyordu. Ezilmeden tamamlayabilmek için, keklik refleksleri geliştirdim.
Tarihi eserin arasından süzülen yollar beni bir doğuya, bir batıya
sürükledi. Ciğerlerim elimde, kah Damlataş Plajı’nı, kah iskeleyi
görerek; sıksık da duraklayarak, 15 yılda görmediğim yerleri gördüm.
Yanımda merhum Alaaddin Keykubat olsaydı, adamcağız yolunu kaybeder,
başı dönerdi. .
Ehmedek Kapısı, Meyyide Geçidi, Koğuşlar, Er
Kapısı, Kilise, Bedesten, Tophane, Kızıl Kule görüntüleri ile enfes,
arkeolojik bir parkurdu. Bu yollar, efsanevi cavırcı Galip Dere’nin bile
aklına zor gelirdi.
Yaygın kanıya göre; Abdurrahman Açıkalın
yarışmacılığı bıraktığından beri; biraz sadistleşti. Seçtiği parkurlar
her yıl biraz daha zorlaşıyor. Onda, “Sıkıysa buradan da inin!..” der
gibi bir tavır seziyorum. Seneye, yarışmanın sonunda; “Adam Atacağı”ndan
balıklama atlamayı ekleyeceği bile söyleniyor.
Bu arada size bir
aile dedikodusu yapayım. Kimileriniz bilmeyebilir. Açıkalın,
Triatlon’un da temel taşlarındandır. Bazı olaylara küserek uzaklaştı ve
açığa çıkan tepki, adrenalin yüklü enerjisiyle:
“Sokak Hentbolu”,
“Rafting Triatlon”, “Dağ Bisikleti” gibi organizasyonlara ön ayak oldu.
Şimdi şöyle bir önerim olacak. Çalışma arkadaşları bir yolunu bulup, onu
iyice kızdırsınlar. İyi kötü bu organizasyonlar artık nasılsa
süregelir. Akabinde beş yıl içinde, uluslararası düzeyde: “Kum futbolu”,
“Moto Kros”, “Yelken” gibi, en az üç etkinlik daha ortaya çıkmazsa,
heykelin önünde; “Ben bu işi hiç bilmiyorum diye şarkı söyleyeceğim.
Yarışa
dönecek olursak, ben her yokuşun başında nefes nefese nabzımı morale
döndürmeye çalışırken yanımdan “Kuumarrcı karısıı Binnazzz!..” gibi
şarkılarla bazı yarışçılar geçince hayli bozum oluyordum. Yol görevlisi
gençler de bir alemdi. Kimileri; “Bisikletini mi kaybettin amca?” diye
bana takılıyor, kimileri de kendi aralarında söyleşiyorlardı. Erkek
arkadaşıyla, dağın başında, gözden uzak, diz dize oturan bir genç kızı,
bir diğeri şöyle haşlıyordu:
“Meryem, nerde bayrağın kız?”
“Bayrağımı tutmaktan sıkıldım, ormana attım. Geçenlere el sallıyorum. Hem bundan sana ne?..”
Aynı parkurun birkaç kez dönüldüğünü bilmeyen bir tanesi de, arkadaşına şöyle sesleniyordu:
“Ben
bu adamı demin de gördüydüm. Dönüp dolaşıyo la bunlar!..” On yaşlarında
bir oğlanın, aynı yaşlardaki bir arkadaşına ödül hakedişiyle ilgili
yorumu da şöyleydi:
“Bak oğlum; cesaret edip burdan inene hediye veriyolar, inemeyene bi bok yok!..”
Dinlenerek, manzaranın, yarışın tadını çıkararak yüz dakikada parkuru tamamladım.
Yarışmanın
sonuçlarını öğrenebilmek için Feyzi Açıkalın’ı aradım ve bulmakta
zorlanmadım. Kıyıya bağlanmış bir teknede, boynunda fotoğraf
makinesiyle; Duygu Asena ve adını uydurduğu kız kardeşine yarışı
anlatıyordu. Sporcuların performansından o da çok etkilenmişti.
Derken
ödül töreni başladı. Törenimizin değişmez yıldızı, balsız arı,
Federasyon Başkanı Ömer Şahin; herkesi tek tek çağırarak, birer plaketle
taltif etti. Geçen sene yediği onca protesto alkışından sonra, artık
sıkılır gelmez, gelse de boy göstermez diye düşünmüştüm. Yanılmışım.
Yaptı numarasını, çıktı sahneye yine. Bakalım 10 gün sonraki Triatlon’da
yine; “İsteseydim bu yarışmayı iptal ettirirdim...” gibi, veciz
tehditlerde bulunacak mı? Sensiz organizasyonun hiç tadı yok Ömer Bey(!)
Bazı
balkonlarda çizgili pijamalı, beyaz atletli, iki karış sakallı mangalcı
amcalar; görevlilere börek, çay, üzüm ikram eden teyzeler; başıboş
keçiler, yanlarından hızla geçen renkli giysili yarışmacılarla, öldükten
sonraki en hareketli günlerini geçiren mezarlık sakinleri bile güzel
anılarla doldular. Medya, ilginç görüntü enflasyonundan neyi çekeceğini
şaşırdı. Her şey o kadar iyiydi ki, potansiyel motorize tehlike, “Tek
Teker Arif” bile gözüme olgunlaşmış gibi gözüktü.
Hoş organizasyondu doğrusu.
Tunç Müstecaplıoğlu
12 / 10 / 1999