Bu gün dükkanımıza izninizle bir “ turist mektubu “ köşesi açıyoruz. Geçen gün dükkanımda unutulan bir mektubun sahibini bulamayınca; biraz meraktan, biraz da adresini anlayabilmek amacıyla, bu mektubu açıp okudum. Bu ilginç mektubu sizlerle paylaşmak istedim.
İşte Alanyazede Huber’in trajikomik Türkiye öyküsü
Sevgili Andreas,
Aslında
Türkiye’den sana, sadece bir kartpostal atacaktım. Ancak yaşadıklarım
öylesine ilginç ve sıra dışıydı ki, bunları bir mektupla anlatmaya karar
verdim. Bildiğin gibi üç haftalığına Türkiye’nin güneyindeki Alanya’ya
gelmiştik. Fiyatların cazipliği ( aynı paraya ailece ancak iki tiyatroya
ve bir akşam yemeğine gidebilirdik), biraz da, senin geçen yıl ki
Fethiye izlenimlerin, bizi bu değişik maceraya sürüklemişti.
Alanya’ya
ulaşım uçakla kolay olacakmış gibi gözüküyor, ancak; bizim evden çıkıp
otele varışımız, rötar, transfer otobüsüyle diğer tatilcileri otellerine
bırakışımız derken, 12 saatimizi aldı. Şeysel Adaları’na uzak diyen,
bir daha beni bulsun.
Neyse, böyle güzel, doğası bozulmamış bir
beldeye ulaşmak, bunca eziyete değdi doğrusu. Sonra çevreyi tanıyalım
diye, biraz da alışveriş amacıyla şehrin çarşısına indik. Aman Tanrım!, o
ne ilgi, o ne ucuzluk öyle.
Bir kere Türkiye’deki Türkler, bizim
Hamburg’daki Türklerden daha iyi Almanca konuşuyorlar. Sokaktaki
dilenciler bile Almanca dilenip, para vermeyince Almanca sövebiliyorlar.
Türklerin
ticaret hayatına ne kadar erken atıldıklarına şaşar kalırsın Andreas. 5
ile 9 yaş arası çocuklar, adım başı ya karanfil satıyorlar, ya ayakkabı
boyuyorlar, ya da ellerinde bir tartı,geleni geçeni tartmaya
çalışıyorlar. Benim tombul karım Ursula, bu sık tartılma işini başlarda
pek tutmadı. Ancak centilmen tartılar, genelde eksik tartıyorlar(!).
10
yaşına ulaşmış yöre çocuklarını, parfüm endüstrisinin yılmaz
pazarlamacıları olarak görüyorsun. Ellerinde her çeşit popüler koku var;
hem de sudan ucuz. Biz de 100 Mark’a alamayacağın kokular, burada
inanmazsın 7 Mark. Tahmin edebileceğin gibi, Ursula hemen bir set düzdü
kendisine. Üçüncü akşam cildi kızarıp, kabarınca biraz şüphelendik ama,
olacak o kadar.
Bizde 80 Mark’a alamayacağın Adidas tişörtler,
burada 6 Mark Andreas. Ancak en çarpıcı olan şeylerden biri de,
işletmelerin tek tip oluşu. Sanırım devlet zorunluluğu; herkes ya deri
satıyor, ya da altın. Türkiye’nin hani o sık bahsedilen, dolaşıma
girmeyen altınları var ya; hepsi Alanya’da dostum.
Ülkenin tarihi
eserlerinin titizce korunmasına hayran kalmamak da elde değil Andi. O
ünlü kalelerini gezmek için serin bir akşamüstünü seçmiştik ama , kapalı
olduğundan mümkün olmadı!... Ziyaretler; 50 dereceye varan öğle
sıcağında eriyerek gezen birkaç turistle sınırlı kalıp, akşam üstü
kapıları kapatılınca; al sana pırıl pırıl bir tarihi eser.
Şehir
içinde akşamları dolaşmak ise apayrı bir serüven. Dört nala giden
faytonlar, uçan motosikletler; karşıdan karşıya geçişleri bir hayli
renklendirmişler(!). Tam yolu boş sandığın anda, ani U dönüşü yapan bir
atla kucaklaşabiliyorsun.
Kolu kaptırıp bir dükkanın içine çekilmemek için kısa sürede bilek kaslarımızı geliştirdik.
Halkın
müzikseverliği de bizi de çok etkiledi. Bir formül bulmuşlar,
Alanya’nın her yerine sabaha kadar müzik dinletebiliyorlar.
Apartmanların tepelerine diskotekler kurup, sesini de sonuna kadar
açınca, harika bir karışım çıkıyor ortaya.
Heavy metal Arapça’ya,
hard rock pop müziğe karışınca; al sana 2500 vatlık tımarhane kokteyli.
Sen gece 9’da sifonu çeksen kapıda polisi bulacağından, bu özgürlüğü
kavrayamayacaksın doğal olarak.
Türkler, uygarlığın betondan
geçtiği bilincine de çoktan ulaşmışlar. Zengin bir şehir olduğundan;
önce fabrikasını kurup, otantik parke taşı üretip döşüyorlar. Bir yıl
sonra da üzerine asfalt döküyorlar. Dönünce bu dahiyane fikirleri
Hamburg Belediyesi’ne anlatmak boynumun borcu . Burada halkın ayağını ne
kadar topraktan kesersen, o kadar uygarlık oluyor.
Kaldığımız
otel, mayonezli yemekleri iki gün kadar güneşte bırakarak, bizim
bağırsak dayanıklılığımızı kontrol etti. Dayanıksız mideli biz turistler
ise otel tuvaletlerinde toplu konçertolar verdik.
Olumsuzluklar
da yaşanmadı değil Andi. Örneğin, metrekareye üç kişinin düştüğü
Kleopatra Plajı’nda güneşlenirken, karımı bir masöre kaptırdım. Sempatik
Türk genci Ali, Ursula’ya yaptığı bir saatlik masaj sonucu, onun
kalbini çaldı. Gerçi ben masajın sonlarına doğru, bildiğim masaj
tekniklerine hiç uymayan suni teneffüsten bir hayli şüphelenmiştim ama,
olan olmuştu bir kere.
Çocuklar Ali’ye alıştılar bile. Onları ve
beni davet ettiği halı sahada, bir akşam futbol oynadık. Ali’nin Ursula
ile ilgili yakışıksız davranışını, verilmesi gereken yerde pas
vermeyerek, iki kez protesto ettim.
Özet olarak, Ursula Alanya’da kalıyor. Ali ona bir barda iş bile buldu. Çocuklar ve ben yakında dönüyoruz.
Sevgili
Andi, tüm aksiliklere rağmen ben bu ülkeyi çok sevdim.Bomba, ishal,
müzik, sıcak, Ali,her şeye rağmen beni olumsuz etkileyemedi. Seneye yine
Alanya’ya gideceğim. Yakında görüşmek üzere. Beate’ye selamlar. Onu
masaja yalnız göndermemeni öneririm. Sevgiler...
Arkadaşın Hubert...
Tunç Müstecaplıoğlu
10/10/1993