Geçen ay Kempinski otelinde düzenlenen geleneksel “biz yine niye krize girdik” toplantılarından birinde Öger’in uluslararası bir maraton yarışı düzenlediğini öğrendik.
Grubun sporcu genel müdürü Gökhan Benli, bizlerin de grup halinde katılabileceğini söyleyince masada oturanlardan dört kurban seçildi.
Novumlar’dan Emre, Limitler’den Korkut, Asterialar’dan Hikmet ve Justinianolar’dan Tunç.
Korkut grubun adını hemen koydu: CEYLANLAR
“ya abi ben nasıl koşarım o kadar mesafeyi” palavraları konuşulduktan sonra hazırlıklara başladık.
Hikmet
yangın söndürerek, Emre ve Korkut azalan turistlerimizi artırmaya
çalışarak, ben de parmaklarımı düzenli olarak oynatarak yarışmaya
disiplinle hazırlandık.
Alt tarafı koşacağımız mesafe toplamda kırk iki kilometre yüz doksan beş metre idi.
Hepimiz ortalama onar kilometre kadar koşacaktık.
Hayatımızda
bu mesafeyi sadece arabayla gitmiş de olsak, hiç olmazsa hepimizin
televizyondan en az iki maraton yarışı izlemişliği vardı.
Son gün Hikmet bir dizi arızalar yarattı.
“- ben hepimiz birlikte güle, geze koşacağız sanmıştım.
- madem en son koşacağım, niye o kadar erken kalkıyorum ki? Sizin bana varışınız öğleden sonrayı bulur zaten.
- Hepimiz şoförlerimizi göndersek de onlar koşsa” bunlardan bazılarıydı.
19 mart Pazar sabahı hepimiz saat 07.30’da Vilayet’in karşısındaki parktaydık.
Halk
Koşusu, yarı Maraton, tam maraton, takım maratonu, engelliler, yaşlılar
derken on iki ülkeden iki bine yakın atlet, fanila oradaydık.
Hikmet, sabah uyuyakalır endişesiyle ilk sırayı Emre’ye verdik.
Oysa Hikmet zinde bir şekilde gözlerini oğuşturarak zamanında geldi.
Emre yarışa hızla başladı ve aynı hızla son sıraya yerleşti.
Diğer yarışmacılarla birlikte bir otobüsle, bizi değişim noktası olan Eski Lara yolundaki Alara restorana götürdüler.
Yolda, ikinci ve üçüncü koşucuların on ikişer kilometre koşacaklarını öğrendik.
Hamama girenin iyice terleyeceği aşikardı artık.
Restoranın
içinde, sandalyelerin üzerinde uyuyan çalışanları uyandırmamaya
çalışarak, hep birlikte simit ve çay içerek Emre’yi beklemeye başladık.
MEĞERSE EMRE ANTRENMANLIYMIŞ
Emre tahminimizden önce gelmesin mi?
Daha simitimi bitiremeden ben, 237 numaralı göğüs numaramızı kaptığım gibi düştüm hormonlanmış yaşlı ceylan olarak yollara.
Arabayla hemencecik varılan Venezia oteli meğerse Venedik kadar uzaktaymış.
Son on iki yılda on iki kilometreyi koşmamış olan bacaklarım annemin hatırını sormaya başladı daha ikinci kilometrede.
Üçüncü ceylan Korkut beni heyecanla beklemese, kesin sukoyverirdim daha yolun hemen başında.
Tam “Allah canımı alsa da kurtulsam” motivasyonu ile canımı sürüklerken, karşıdan siyahi bir grup adam bana doğru koşarak geldi.
Geldikleri gibi de geçip gittiler.
Bu çok kısa süren karşılaşmamızda, karanlık adamların göğüslerinde Kenya, Etiopya gibi memleket isimleri seçebildim.
Oysa onlar yanımdan geçene kadar kendimi koşuyor falan zannediyordum. Meğer ayakkabılarımı yerden kaldırıp indiriyormuşum.
SİGRİD TEYZE YIKTI BENİ..
Tam o sırada arkamdan bir koşucunun hışırtısı gelmeye başladı.
O ana kadar yanımdan kolsuz, kör, zaten tüm yarışmacılar geçmişti.
Tam, “amaan bir geçmeyen sen kalmıştın, gel de geç” diye içimden geçirirken, birden yanımdan rahmetli babaanneme benzeyen bir teyze geçti.
Hani kaldırımda görsem, koluna girip karşıya geçirmeye çalışacağım bir saygınlık ve fizikte.
Can havliyle peşine düştüm ama ne mümkün. Ayağını sürüye sürüye giderek arayı açtı.
Ne varsa yine şu Almanlarda var. Yol boyunca beni alkışlayarak yüreklendirmeye çalıştılar.
Halim
olsa gülümseyecek, ya da elimi kaldırarak teşekkür edecektim. Fakat
enerjim kısıtlı olduğundan, yanlarından suratlarına boş boş bakarak
geçtim.
Bu renkli maraton yarışı onlara da hayli eğlenceli gelmiş olmalı.
“Grayder city”ye dönmüş Lara otellerinin tozlu, derin çukurlu yolları arasında düşmemeye çalışarak koşucuları destekliyorlardı.
Oysa memleketimin çocukları aynı desteği vermediler.
“amca kalacan bu kiloyla yollarda” diyen ameleleri duymazdan gelmeye çalıştım.
Neyse, sonunda hiç ulaşamayacağımı sandığım Venezia oteline 100 dakikada vasıl oldum.
Korkut, son olarak da Hikmet’in koşularının ardından hepimiz Antalyaspor stadyumuna vardık.
Vardığımızda, ilk üçü alan Kenyalı sporcular memleketlerinin yolunu tutmuşlardı bile.
Onların iki saat yirmi dakikalık derecelerinin hemen ardından dördümüz, “üç buçuk saatlik hafif bir rötarla” beş saat kırk beş dakikada yarışmayı tamamladık.
Beni geçen 65’lik teyze, meğer dünyaca ünlü bir maratoncu imiş.
Yirmi altı sene önce kırk yaşındayken maraton koşmaya başlamış.
Antalya maratonu 1094’üncü koşusuymış.
Yani ayda 3-4 maratonu tek başına tamamlıyormuş.
Neyse ki, dört ceylan Sigrid teyzeyi iki dakika kadar geçebildik.
Güzel bir organizasyondu doğrusu.
Seneye sefil ceylanlar beş saatin altına düşecekler, bunu buradan kamuoyuna açıklıyorum..
Tunç Müstecaplıoğlu
20.03.2006