O da kimdi diye sorduğumda, "hani şu Reha Muhtar’ın eski sevgilisi olan, ufak tefek ama güzel şarkı söyleyen güleryüzlü hanımefendi var ya, işte o" dediler.
Düştük Aura yollarına.
Son bir yıldır hiçbir konseri, tiyatroyu kaçırmamaya çalışıyorum.
Emekli
Led Zeppelin’li Robert Plant’den, Erkin Koray’a, MFÖ’den Cem Yılmaz’a,
Ferhat Göçer’den, Sezen Aksu’ya kim gelirse ben hemen karşılarındaki
yerimi alıyorum.
Beni güldüren, heyecanlandıran, duygulandıran,
coşturan, aralarda biraz da yanımdakilerle gevezelik edebildiğim her
türlü etkinliğe katılmaya çalışıyorum.
21.30’da başlayanları idealim.
Uykum gelmeden sonuna kadar izleyebiliyorum.
Geçtiğimiz aylarda Funda Arar’ı izlerken baygın düştüm, neyse ki Funda hanım farketmedi.
Gülşen hanımı hiç dinlemişliğim yoktu.
Aura’yı da görmemiştim.
İki taşla bir kuş hesabı yaptım ve Kırcami semtinin gece kulübüne yollandık.
Kapıdaki siyah portatif goriller mahrem yerlerimi yokladılar ve içeriye girmemi uygun buldular.
Suratlarında, bir halt etmişim de onlardan saklıyormuşum gibi bir ifade hakimdi.
Evvelden trafik polislerimizde böyle bir bakış vardı, şimdi onlar hayli kibarlaştılar.
Darısı bu kara delikanlıların başına.
Dekorasyon güzeldi.
Aura, ruh, hava anlamına gelen bir sözcük.
Bembeyaz bir mekanda gecenin on ikisi de olsa Gülşen hanım için bir gece uykusuz kalıversek ne olurdu ki.
Uyuklamamak için yeni keşfettiğim enerji içeceğimi, sıcağın da etkisi ile kısa sürede bitirdim.
Gerçi
sonrasında tüm gece uyuyamasam da hiç olmazsa sanatçının karşısında
sanki söylediği şarkıları beğenmemişim gibi bir horlama rezaleti
yaşanmıyor.
Bu arada horlamanın kibar söyleniş şeklini tanıtmak isterim.
“yumuşak doku titreşimi”
Ses yine felaket, desibel yine yüksek de olsa hiç olmazsa adı fena değil.
Yirmi dörtte programın başlayacağı söylenmişti.
Tam zamanında oradaydık.
Bir
saat kadar sonra masadaki tüm fıstıkları, meyveleri bitirmiş, enerji
içeceğimin üzerine bastırsın diye üç adet Cola Zero’yu da mideme
indirmiştim.
Alkol ile oldum olası aram pek hoş değildir.
Neden bir şey içmiyorsun dediklerinde, "alkollü araba kullanmak istemiyorum, kontroller çok sıklaştı" diye de pek geçerli bir palavram var.
Sıkıldım haliyle.
Çevremdeki herkes şık giyimli insanlardan oluşuyordu.
Sigara içen sayısı kadar puro içen vardı.
Hayırlısı ile, kahverengi petrol rafinerisi havalı purolar Akdeniz’de hakettiği ilgiyi görmeye başladı.
İçene Che Guevara, Fidel Castro karışımı bir hava veriyor adeta.
“Domuzlar
Körfezi çıkarmasını az önce halledip Coni’leri geri püskürttüm, kafam
değişsin diye şöylece bir Gülşen’i dinlemeye geldim” der gibi yürüyorlardı adeta.
Çalan müzik, benim gibi önceden pek aşina olmayanlar için biraz zorlayıcıydı.
Dı dıdıt tıt, dı dıdıt tıt, dı dıtıt tıt gibi bir tempo beş dakika kadar aynı tonda çalıyor.
“CD’nin arkası pislenmiş galiba, benim arabamda da oluyor, garsona söyleyeyim de DJ’i uyarsın bari” derken birden, du dudut dut, du dudut dut, du dudut dut gibi yeni bir makama geçiliyor.
Aman nasıl yaratıcı, nasıl yaratıcı bir melodi anlatılacak gibi değil.
Sekiz on dakika kadar bu ritimden sonra da, dadat dat, da dadat dat, da dadat dat başlıyor ki artık coşmamak elde değil.
Beni bir odaya kapatıp iki saat kadar bu müzikle sorgulasalar, kapkaçtan cinayete kadar çeşitli suçları üstlenebilirim.
Öyle bir işkence yani.
Kapıdan içeriye girdikten 100 dakika kadar sonra orkestra elemanları sahneye çıktı.
Yarım saat kadar o gürültüde prova gibi bir şeyler yaptılar.
Ha başladı ha başlayacak diye bizleri umutlandırdılar.
Ama bir türlü başlayamadı.
Metalik ayin 130 dakika kadar sürdü.
Ben elimdeki son Cola şişemle DJ’e dalacağım, fakat gardrop görüntülü korumaları gözüm yemiyor.
Zaten daha kapılarından girerken, benim ortama uyum sağlayamayacağımı bakışları ile anlatmıştı bana beni muayene eden görevli.
Sonunda, ben pes edip eve iki buçuk gibi döndüm.
Gülşen hanımın sesini dinleyecek mecalim kalmamıştı.
Seve seve bekleyen kekliklere biraz daha içecek satma uğruna, böylesine ahmakça bir ticaret olabilir mi acaba?
Özetleyecek olursam, benim için Aura defteri kapandı.
O gece orada harcadığım paranın tek bir YeTeLe’sini helal etmiyorum.
Bir
gün, çok sevdiğim bir sanatçı Antalya’ya gelir ise, önden gidip bu
tantanaya dayanabilecek arkadaşlarımdan, sanatçı tam sahneye çıkarken
beni aramalarını rica edeceğim.
Uyumamışsam da atlayıp gideceğim.
Yoksa neme yetmiyor ki benim MTV, Powertürk falan…
Tunç Müstecaplıoğlu
14.07.2008