Yerel gazetelere yazanların, ulusal konularda yorum yapmalarından genelde hoşlanmıyorum. İçerisinde partilerin baş harfleri geçen akıl-fikir yazıları, zaten günlük gazetelerin tümünde fazlasıyla var. Bir de bunlara, kasaba muharrirleri de bir şeyler eklemeye kalkınca, sıkılıyorum.
Yaşadığımız şehirde onca konu ahkam kesilmek üzere bizleri beklerken,
nemize lazım DSP, MHP, FP, ANAP, DYP’li konular diye düşünmüşümdür hep.
Aynı hataya düşme sırası şimdi de bende. Çok yakın bir akrabam, altmış
yıllık ömründe hep sol partilere oy vermişken, bu kez MHP’ye oy verince
şok olduk. Hele MHP, seçimlerden gümüş madalya kazanarak çıkıp iktidar
olunca; şaşkınlığımız daha da arttı. “Bizden Korkmayın!..” diye
yüreğimizi rahatlatmaya çalıştı bilge akrabam.
Oysa 1970’li
yıllarda, İstanbul Altıyol’daki ofisinin hemen yanı başındaki Ülkü
Ocakları binasının önünden, bizler gibi o da gerekmedikçe geçmemeye
çalışırdı. Oradaki günlük olağan silahlı çatışmalardan
birinde,arabaların dehşet içinde o yoğun trafikte dakikalarca geri geri
kaçtıklarını, ofisinin penceresinden birlikte izlemiştik. Basın Yayın
Yüksek Okulu’na bir işim dolayısıyla gidemeyince, ilk kayıt için
gönderdiğim arkadaşım vahşice dövülmüş, beni hiç tanımamalarına rağmen,
“O komünist erkekse kendi gelsin!..” diye gözdağı vermişlerdi.
Arkadaşımı birlikte teselli etmiştik.
1979 yılında Bağdat
Caddesi’nde bir kız arkadaşımla yürürken, alnımıza üç tabanca dayayarak
üzerimizde ne varsa soyulmuş, yanımızdan geçen onlarca otomobilden bir
tanesi bile duramamıştı. Bizi soyan çok genç çocuklar kendi ifadelerine
göre, ülkücüler için bağış topluyorlardı.
Olaydan sonra
sığındığımız yerden beni o akrabam, bir baş komiser dostumuzla gelip
almıştı. Aynı polis, çocukları bulabileceklerini, ancak, başımızın
belaya girebileceği endişesiyle, tavsiye etmediğini belirtmişti.
Şimdiki
Reis-i Cumhurumuz o yıllarda, “bana sağcılar suç işliyor
dedirtemezsiniz” gibi beyanlarda bulunduğundan, kelle koltukta
yaşıyorduk. Hatta 1980 ihtilali gelince, biz de o genç aklımızla,
silahlı eylemler geçici olarak durunca, bir hayli sevinmiştik.
Yıllar
önce bir Alman arkadaşımla, Münih’te, bisikletle dolaşıyorduk. Enfes
bir villanın yanından geçerken, köpek havlamalarıyla irkilmiştik. Bu
güzel yapı kime ait diye sorduğumda, orasının, “kimsesiz köpek yurdu”
olduğunu söylemişti. Ben de bunun üzerine;
“Michael, siz 40 yıl önce
insanları eritip sabun yapardınız. Şimdi kimsesiz köpeklere, villalarda
bakıyorsunuz. Nasıl oldu bu inanılmaz değişim?...” diye sormuştum. O da
bana;
“Ortam değişti Tunç. Yarın, Almanlar’ın politik havaya göre birbirlerini yakmayacaklarını kimse garanti edemez..” demişti.
Gerçekten
bizde de ortam değişti. Eskiden görünce ürperdiğimiz kurt selamını,
şimdi yüz küsur takım elbiseli adam, milletvekili olarak veriyor. Rahşan
Ecevit, Can Dündar ve eski günleri yaşamış milyonlarca insan ise,
“Kral’ın aslında hala çıplak” olduğunu hiç zorlanmadan görebiliyorlar.
Ben
hala, “milliyetçiliğin, kendi doğduğu ülkenin, diğer ülkelerden daha
üstün olduğunu sanma yanılgısı” olduğuna inananlardanım.
Bakalım koalisyon olacak mı? Olacaksa neler getirecek, götürecek...
Ancak bir gerçek var ki, ben hala korkuyorum.
Tunç Müstecaplıoğlu
21 / 05 / 1999