Bir süre önce görkemli olduğu kadar ürpertici bir kasırga yaşadık Umman Salalah’da. Ben daha önce Antalya’da bir kaç hortum, şiddetli yağmur, fırtına falan yaşamıştım, ancak bu denli şiddetlisi ile hiç tanışmamıştım. Umman, Hint Okyanusu’na kıyıları olan bir ülke olduğundan dolayı, ara sıra bu tür kasırgalara maruz kalabiliyor.
Önceki 2 yılda da geleceği beklendi, ancak yaşadığımız yeri teğet geçip hıncını Okyanus’tan almıştı.
Ancak
bu yıl, önce Salalah’ın üstünde saatte 185 kilometreye varan bir hızla
patladı, sonra da 2.100 metreye varan çevre dağlardan şehrin üzerine bu
kez de sel olarak aktı.
Arap Yarımadası’nın ve Suudi Arabistan’ın
güneyinde kalan, Yemen’in de sınır komşusu olan Umman, uzaktan
bakıldığında tam olarak algılanamayabilir.
Son derece modern iki hava
limanı, geniş ve aydınlık yolları, sakin ve sevecen halkı ile, Orta
Doğu’nun İsviçre’si olarak biliniyor.
Başarılı bir sivil savunma ekipleri var.
Modern
araçlarla donatılmış, eğitimli, gönüllü ekipler Umman’ın her yerinden,
henüz kasırga gelmeden 12 saat kadar önce Salalah’a ulaşarak gerekli
önlemleri almaya çalıştılar.
Ne kadar önlem alınsa da, saatte 185 kilometrelik bir fırtınayı yaşamadan anlatmak çok zor.
Umman’dan önce Suudi Arabistan’ı sonra da Yemen’in mücevher gibi kıymetli Sokotra Adası’nı vurdu geçti kara bela Mekunu.
Evet bu kasırganın (siklonun) adı daha gelmeden belliydi; Maldiv dilinde tekir balığı anlamına gelen Mekunu.
Sonuç; Yemen’de 21, Umman’da 10, toplam 31 ölü, 400 milyon $’lık hasar.
Umman’da
ölümlerin 9’u sel nedeniyle boğulmadan, 1’i ise rüzgarın şiddetini
merak ederek evinin kapısını açınca, rüzgarın etkisiyle salonun duvarına
çarparak ölen bir kız çocuğu.
Mekunu, Arap Yarımadası’nda yaşanmış 1960’dan bu yana kaydedilen en büyük kasırga olarak tarihe adını yazdırdı.
3 dakika kadar saatte 175 kilometre, 1 dakika da saatte 185 kilometre hıza ulaştı.
Şansımıza bölgedeki 3 otelimizde çok az misafir vardı.
Bir
otelimizde elektrik, su, jeneratör hepsi birden iflas edince, o
oteldeki misafirleri bir kilometre ötedeki bir başka otelimize taşıdık.
Hem de rüzgarın en şiddetli olduğu saat diliminde.
Misafirlerden
bazıları, otelin bulunduğu yerden uçup gideceğinden bile korktular,
şehir içindeki diğer otellere gitmek istediler.
Oysa artık bizim otele ne giriş ne de çıkış yapılabiliyordu.
Kendilerini ikna etmemiz kolay olmadı.
“Bakın
biz de burada kalıyoruz, fırtına 12 saat içinde geçip gidecek,
haftalarca da sürse yeterli yiyecek, içecek, yakıt stoklarımız var” diye
endişelerini azaltmaya çalıştık.
Aslında biz de bizi neyin beklediğini bilmiyorduk.
Deniz,
güneş, kum hayaliyle gelen Avrupalı misafirler, biz onları ne kadar
mutlu etmeye çalışsak da bu doğal afetten hiç hoşlanmadılar.
Evlerimizin
içi yağmur suları ile doldu, uğultudan kedimiz nereye saklanacağını
bilemedi, endişeli gözlerle bizden yardım ister gibi baktı, hiç
sevmediği suya, ev suyla dolunca alışmak zorunda kaldı.
3 otel de dolunca misafir sayısı 1.200’ü aşıyor.
Mekunu’nun ziyareti sırasında otellerde 100 misafir ya var ya da yoktu.
Ya bu felaket bir de otellerin dolu olduğu bir dönemde gelseydi başımıza diye düşünmek bile istemiyorum.
Mekunu, doğal afetler karşısında nasıl da çaresiz olabildiğimizi hatırlattı bana.
Bir de, günlük, rutin, sıradan hayatımızın değerini.
Evdeki
son damla su da kuruyunca, oteller yeniden temizlenince, yıkılan
onlarca ağaç toplanırken, sıradan, kazasız, belasız bir hayatın nasıl da
değerli olduğunu farkettik hepimiz.
Küçük şeylerle mutlu olmayı, düzenin ferahlığını sıkça hatırlamak dileği ile..
Tunç Müstecaplıoğlu
Ağustos 2018