Valencia, I found my love in Porto Fino, New York şarkıları o şehirlerin tanınırlığının artmasına olumlu katkılarda bulunmuştur.
MFÖ’nün Bodrum şarkısı da Muğla’nın bu şanslı ilçesine ilaç gibi gelmişti.
Birçok kereler gittiğim Bodrum’a bu seferki gidişimin özel bir sebebi vardı.
Kırk yıl önce aynı ortaokula başladığım 35 arkadaşım ve onların yakınları ile bir Mavi Yolculuk’u paylaşacaktım.
Deniz tutar korkusu ile bu yıla kadar ertelediğim endişem boşunaymış.
Ne güzel şeymiş Gökova körfezinin içinde dolaşmak.
Mavi Yolculuk’un isim babaları Cevat Şakir Kabaağaçlı (1890-1973), Azra Erhat (1915-1982) ve Sabahattin Eyüboğlu. (1908-1973)
Bu özel insanların arasından Cevat Şakir’i, nam-ı diğer Halikarnas Balıkçısı’nı ayırmamız gerekir.
1913’te
bir İtalyan ile evlenen Balıkçı, 1914 yılında eşiyle ilişki kurması
sonucu devrin önemli adamlarından olan babası, tarihçi, yazar, vezir,
elçi Mehmet Şakir Paşa’yı tabancayla vurarak öldürüyor.
14 yıl hapis cezasına çarptırılıyor.
Verem hastalığı dolayısı ile yedi yıl sonra, yani 1921 yılında tahliye oluyor.
1925 yılında, İdama Mahkum Olanlar Bile Bile Asılmaya Nasıl Giderler adlı makalesinden dolayı, üç yıl kalebentlik (kalede esaret) cezası ile Bodrum’a sürülüyor.
Birbuçuk
yıl sonra affedilmesine rağmen Istanbul’a dönmeyen Cevat Şakir, tam 25
yılını Bodrum’da geçiriyor ve oraya büyük emekleri geçiyor.
Biraz da daha eskilerinden bahsedeyim size Bodrum’un.
M.Ö. 6. yüzyıldan sonra Lidya, Pers dönemlerini yaşayan kasaba, M.Ö. 377 yılında Karyalıların yönetimine geçiyor.
Dönemin
kralı Maussolos, iktidarının merkezini Mylasa’dan Bodrum’a, ya da o
dönemdeki adı ile Halikarnassos’a taşıyor. (meğer Halikarnassos sadece
ünlü bir Bodrum gece kulübü değilmiş)
Onun ölümünden sonra karısı,
şimdi sekiz liraya harabesi gezilen dünyanın yedi harikasından biri
sayılan ünlü anıt mezarı, Maussoleon’u yaptırıyor.
İngilizler aslının önemli bölümlerini Londra’ya, British Museum’a taşıyıvermişler ve buna göz yumulmuş nedense.
Bodrum, şimdiki turist istilasına kadar farklı güç odakları tarafından yönetilmiş.
Karyalılar’dan
sonra Makedonlar, Romalılar, ardından 11. yüzyılda Türkler, 1402’de
Rodos şövalyeleri derken en son 16. yüzyılda Kanuni döneminde Osmanlı
olmuş.
Sonra da Türkiye Cumhuriyeti’nin eğlence kalesi olmaya karar vermiş.
Bodrum’un önemli yazlıkçılarından olan Zeki Müren’in (1931-1996) müze evini de ziyaret ettik.
Öldükten
sonra biriktirdiklerinin neredeyse tümünü Mehmetçik Vakfı’na bağışlayan
Sanat Güneşi’nin evi, onun güzel Türkçesi ile söylediği şarkılarla
geziliyor.
İlk kez T biçiminde sahne kullanımı, her beş şarkıdan
sonra değiştirdiği göz kamaştırıcı sahne giysileri, tanıdığım ilk
eşcinsel olması itibarı ile hayatımda önemli bir insan olan Zeki
Müren’in evini, gözlerim dolarak gezeceğimi hiç tahmin etmezdim.
Çok
abartılı sahne kostümlerinde, Polonya asıllı Amerikalı piyanist Wladziu
Valentino Liberace’den (1919-1987) etkilendiğini de çok sonra
öğrenmiştim.
Hepsi nur içinde yatsınlar.
Bu kadar tarih bilgisi yeter, ben yine bizim tekneye dönüyorum.
Teknede hepimiz on dört yaş zekası ile davranınca, bizimle birlikte geziye katılan çocukları şaşırttık haliyle.
Aynı anıları yüzüncü kez farklı gözlemcilerden aynı heyecan ile dinledik.
İstanbul Erkek Lisesi’nin yapıştırıcı, bağlayıcı dayanışmasını hissettik.
Denize de girdik, ama en çok konuştuk.
Birbirimizin ağzından lafları kapıp anılarımızı paylaştık.
Kimsesizlerin kimsesiziyim,
Kimsesizim,
Yalnızların yalnızıyım,
Yalnızım,
Dertlilerin dertlisiyim,
dertliyim,
Aşksızların aşkıyım,
Aşıkım,
İsmim Mesut, göbek adım Bahtiyar,
Yıllarca hep böyle bildiniz siz,
Mesut Bahtiyar’dan şarkılar dinlediniz
demiş üstat Zeki Müren, o tertemiz Türkçesi ile.
Biz Bodrum’da ne kimsesizdik, ne dertli, ne de yalnız.
Eski arkadaşlıklar bir aşk kıvamında oluyormuş meğerse..
Tunç Müstecaplıoğlu
09.10.2008