Bir günde beş film izlediğim olmuştur, ama aynı gün içinde dört konser izlediğim hiç olmamıştı daha önce.
Birinci konseri CD’den izledim.
Ünlü Yunanlı besteci Yanni (54), Atina’nın ünlü Akropol’ünden hayranlarını coşturdu.
Komşumuz da resmi dil olarak İngirumcaya geçmiş.
Yanni, konser boyunca vatandaşları ile Rumca’dan daha çok İngilizce konuştu.
Bu güzel konserin ardından sıra, benim de gönüllü olarak organizasyonunda görev aldığım Günbatımı Konserleri’ne geldi.
Beşinci konserde sıra ünü yurt sınırlarını aşmış Grup Lokomotif’teydi.
Antalya Devlet Opera ve Balesi, Korosu, Orkestrası, Büyükşehir Belediye Bandosu ile geçtiğimiz haftalarda kendimizden geçmiştik.
İki yüz izleyici sayısı ile başlayan konserler altı yüz rakamına yaklaşmıştı.
O
güzelim Karaalioğlu Parkı’nda (adı zor itiraf ediyorum) ben bile bu
kuzgun sesimle şarkı söylesem, sarhoş, evsiz, köpek gezdiren Moldova’lı
bakıcı, sevgilisini ağaç altında sıkıştıran gençlerden oluşan 20-30 kişi
toparlayabilirim.
Bir de böyle ünlü bir topluluk gelince, sıkış tepiş izledik o güzelim konseri.
Cuma akşamüstlerinizi boşa çıkarın ve mutlaka Park’a gelin derim.
Sonra sıra Urcan Lounge’a geldi.
Özel bölüm anlamına da gelen ve Launc diye okunan bu bölümde bir Küba rüzgarı sürprizi vardı.
Dört
Güney Amerikalı sanatçıdan oluşan grup, Besame Mucho, Kisas Kisas,
Quandu Qualiente El Sol gibi parçalarla bizi Küba’ya götürüp getirdiler
adeta.
Artık konser havasına girmişim, ailemizin Müzikhol’ü Jolly Joker’da Nev konserini izlemeden yatmak bana yakışmazdı.
Yeni anlamına gelen nam-ı diğer Nev (40) Istanbul doğumlu bir müzisyen.
“80’li yılların naif, lirik şarkılarını 2000’li yılların tekniği ile birleştiriyor “ diye duymuştum kendisini.
Şarkılarının neredeyse tümünün söz ve müzikleri de kendisine aitmiş.
Bir tür erkek Sezen Aksu yani.
Konserde yanımda dikilse, bir çiçek ihracat şirketinde muhasebeci olarak çalışyor izlenimi verirdi.
Anadolu Rock falan onun tipi ve fiziğine uymuyor yani.
Oysa sahnede hayli enerjik.
Takım arkadaşları da öyle.
Aralarda;
60, 70, 80 ritmi ile göbek de atabilen röfleli punk saçlı bir klavyeci,
Antalya’lı bir davulcu, maymun ile insan arasında kalmış, kafasında
madenci feneri ile bir orada bir burada gezerek çalan bir basçı ve bol
gitarlı Nev.
Ben uyumayayım diye yine enerji içeceklerine dadandım.
Genç kızlar ellerinde kameraları ile bolca kaydettiler başarılı sanatçıyı.
Konserin sonlarına doğru iki genç hanımefendiyi sahneye aldı Nev.
Hayran oldukları adama sarılarak, onun şarkılarını dinlemeye bayıldı genç kızlar.
Derken benim neyim eksik dercesine bir ağır abi atladı sahneye.
O da basçı ile sarılarak fotoğraf çektirmek istedi.
Korumalar bunu uygunsuz buldular ve yaka paça indirdiler kendisini.
Basçının suratında, “ulan bir Nev’in yanındakilere bak bir de benim kısmetime” der gibi bir ifade hakimdi..
Özetle bu sonuncusu da güzel bir konserdi.
Kapalı mekanlarda sigara yasağının başlamasını hasretle beklememe rağmen, yavaş yavaş umudumu kaybetmeye başlıyorum.
Her on kişiden yaklaşık sekizinin tüttürdüğü mekanlar nasıl iş yapacak o zaman, kuşkuluyum doğrusu.
Yakmak için genellikle çakmak kullanılırken, mekanın patronu Hakan bey, geleneksel kibrit ile yakıyordu sigarasını.
Hadi,
kişi başı ortalama yetmiş beş yetele harcayan müşteriler içiyorlardı,
kırk farklı ölümcül kimyasal zehiri çevresine üfleyerek sigaralarını.
Ya müzisyenlere ne demeli?
Bas
gitarist, “sen de taktın şu basçıya” diyeceksiniz ama ne yapayım?”
serçe parmağı ile yüzük parmağının arasına sıkıştırdığı sigarası içerek
çalıyordu.
İhtiyaç mıdır acaba bu?
Basçı kardeşim, sen herhangi bir konser sırasında kuru fasulye-pilav yiyen kemancı gördün mü hiç?
Biz sahil partisine seninle birlikte kafa çekmeye gelmedik ki JJ’a.
Sen çalacaksın, biz beslenip içeceğiz seni izlerken.
Sigaracılara özgürlük tamam da, ya biz ne yapacağız?
Sanatçısının bile ağzından dumanlar çıkan mekanlarda bizler zehirlenmeden nasıl varacağız müziğin tadına?
Acaba; bahçeye çıkıp da oradan mı dinlesem müziği diye düşündüm bir ara.
Çözümü de kolay değil aslında.
Geçenlerde bir sohbetimizde mekanın (onun terimi ile dükanın) sahibi Hakan Polat şöyle demişti:
Bir
işletmeye gıcık mı oldun, kıyacaksın 62 YTL’ne yakacaksın sigaranı,
sonra da şikayet edeceksin ki sahibi seve seve 5.000 YTL ödesin..
“Madem bu kadar sızlanacaktın, neden oturmadın evinde” diye soracak olursanız, inanın cevabını ben de bilmiyorum.
Bu dört konserden aklımda kalan en çarpıcı an Yunanlı sanatçı Yani’nin söyledikleri oldu:
“Bir gün uzaya çıkmış bir astronot ile söyleşiyorduk. Şöyle dedi bana, ‘uzaydan
dünyaya doğru bakınca, hani o coğrafya kitaplarında gördüğümüz renkli
sınırlar yok aslında. Biz kendimiz bölmüşüz o muhteşem mavi gezegeni’. Gelin, hiç olmazsa bizler kafalarımızdaki sınırları kaldırıp dünya barışı için bir küçük adım atalım..
Tunç Müstecaplıoğlu
27.07.2008