Bu kez yolum İrlanda’ya düştü. Hani şu Serbest olanına. Yani, 800 sene zorunlu beraberlikten sonra, 1923 yılında paçasını İngiltere’den kurtarmış olan İrlanda Cumhuriyeti’ne. İrlanda Cumhuriyet Ordusu (IRA) ile tanınan ve başkenti Belfast olan Kuzey İrlanda oluyor. Kuzeylileri Protestan, Serbest olanları ise Katolik.
Siz mutlaka bunun ayırdındasınızdır, ama ben sıkça karıştırırdım bu iki
ülkeyi. İsveç’le, İsviçre’yi, Avusturya ile Avustralya’yı birbirinden
zor ayırt eden, benden beter tanıdıklarım da olmuştur.
Üç buçuk
milyon nüfusun bir milyondan biraz fazlası başkent Dublin’de yaşıyor.
İkinci büyük şehir Cork ise, beş yüz bin kişiye ev sahipliği yapıyor.
İngiltere’den
de batıdaki bu adanın yakınlarından Golf akıntıları geçtiğinden,
iklimleri çok sert sayılmaz. Yaz ayları 17, kış ayları ise 7 derece ısı
ortalamalarıyla geçiyor. Bodrum’da bir ev sahibi olan taksi şoförü,
iklimden yine de şikayetçi.
“Burada iki tür mevsim vardır” diyor. “Kış ve Temmuz”.
HALİKARNASLI iRLANDALILAR
O
nedenle de, Marmaris ve Bodrum’da bolca ev satın alıyorlar. 40.000
Euro’ya aldıkları evleri, kendi ülkelerinde üç misli fiyata zor
buluyorlar. Hele bir de, Türkiye’deki evleri kısa sürede 40.000’den,
60.000 Euro değere ulaşınca, bu kez komşularını da ev almaya
getiriyorlar Türkiye’ye.
Bir iletişim uzmanı şöyle diyordu:
“Bodrum’daki evimiz dar gelmeye başladı, üç odalı başka bir tane daha
alacağız”. Nüfusları az diye sakın küçümsemeyin. On milyon İrlandalı
İngiltere’de, bir diğer on milyon da ABD’de yaşıyor.
Oscar Wilde,
James Joyce, Samuell Beckett gibi ünlü edebiyatçıları yetiştirmişler.
Dünyada, İncil’den sonra en fazla alıcı bulan kitabın yazarı, Bram
Stoker da İrlandalı. Kitabın adını yazınca hemen hatırlayacaksınız:
Drakula..
Bu yeşil güzel ülke, spora da çok meraklı. Bildiğimiz
spor türlerinin yanısıra, sadece onların adasına özgü Gaelic Futbolu(on
beşer kişi oynanıyor) ve Gaelic Rugby’si de oynuyorlar. Bernard Shaw
şöyle bir şey söylemiş: “ Futbol, centilmenlerin oynaması için
centilmenlerce geliştirilmiş, ama holiganlar tarafından oynanan bir
oyundur. Gaelic futbolu ise, Holiganların oynaması için, Holiganlar
tarafından yaratılmış bir oyundur.”
Aslında her türlü oyunu çok
seviyorlar. Play Station’un son çıkardığı oyuncağı önceden alabilmek
için, gece on ikide, elektronik oyuncakçının önünde yüzden fazla insan
sıra bekliyordu. 250 Euro’luk oyuncağı bekleyenlerin arasında hiç çocuk
görmedim.
LÜTFEN FENERLİLER ALINMASIN..
Çünkü ne zaman
futboldan konu açılsa, herkes bize Galatasaray’ı sordu. Hakan Şükür,
Hasan Şaş, Emre Belözoğlu gibi sporcularımızı, soyadlarını doğru
telaffuz ederek tanıyorlar. Galatasaray’ın eski, Newcastle United’in
mevcut çalıştırıcısı Souness’in, bana göre Fenerbahçe ile Galatasaray’ın
arasının daha da açılmasına yol açan, santraya bayrak dikme öyküsüne
kadar ayrıntı hatırlıyorlar.
Barlarda içki düşene kadar serbest,
sigara ise yasak. Barların önü sigara içenlerle dolup taşıyor. Bazı
barların çıkışında, bir makineyle öpüşerek çıkan insanları görünce
makinenin yanına gittim.
Duvara asılı
duran,“Breathometer”(nefesmetre) adlı bir alet ile alkol promil
derecelerini ölçüyorlar. Tane tane konuşmazlarsa İngilizce özgüveninizi
kaybedebilirsiniz. Bazılarının konuştukları İngilizce yerine
Portekizceyi tercih edebilirdim.
Bir akşam yemeğinde bizimle
tanışmaya gelen ünlü bir konuğumuz vardı. 1998 Nobel Barış Ödülü’nün
sahibi John Hume. Kendisi ile biraz sohbet şansımız oldu. Kuzey
İrlandalı bir avukat olan Hume, IRA ile İngiltere’yi aynı masaya oturtup
el sıkıştıran adam. Bu mucizevi buluşma, çok can almış savaşı bitirmiş.
Hume’e de Nobel Barış Ödülü getirmiş. Hume aynı zamanda Lord ünvanı
almış. Kıbrıs ve Güney Doğu sorunlarımıza da öneriler getirdi, ancak bu
bilgileri Dışişleri bakanlığım sırasında kullanacağım.
NEREDEN Mİ PARA KAZANIYORLAR..
Tarım,
hayvancılık, peynircilik, balıkçılık (beş bin kilometre sahili olan,
Atlantik Okyanusu’nda bir ada), eczacılık (Viagra üretiminde Avrupa’da
lider), iletişim, bilişim (adeta Silikon Vadisi’nin Avrupa versiyonu) ve
turizm. Yarısı İngiltere’den olmak üzere, yılda altı milyon turist
ağırlıyorlar. İngiliz turistleri Amerikalı, Alman ve Fransızlar izliyor.
1759
yılında kurulan Guiness bira fabrikası, ülkenin gurur duyulan
üreticilerinden. Firma tanıtımları için uydurdukları, Guiness Rekorlar
Kitabı’na böyle bir ilginin olacağını belki onlar da tahmin
etmemişlerdir. İki büyük bardak karanlık Guiness’i mideye indirince, pek
sevmedikleri İngilizler’den bile iyi bahsedebiliyorlar.
“Tabi,
aslında İngiltere bizim resmi anlamda düşmanımız. Ancak o kadar çok
arkadaşımız, akrabamız orada yaşıyor ki, bazen onlara karşı ne
hissetmemiz gerektiğini bilemiyoruz.”
Dublin, çok miktarda
Londra’yı andırıyor. İngiltere, Hollanda ve Almanya’da yayalara
gösterilen muhteşem saygıyı, İrlanda’ya gidince pek beklemeyin. “Burası
Avrupa nasıl olsa, zebra şeritli bölüme ayağımı bastım mı, alayı durur
şu geçen arabaların” yanılgısına düşmemenizde yarar var.
Dublin’de yayalara, Hindistan’da, Almanya’da, kutsal ineklere gösterilen muamele filan yok.
FOK BALIĞI DEĞİL, SANKİ BİR SOKAK KÖPEĞİ..
Cilt
kanseri paranoyası ile, genelde güneşte uzun süreli durmayı
sevmiyorlar. Güneşli bir havada, balığa çıkmayı da ihmal etmedik.
İrlanda denizinde memleketten bir tanıdığa rastladım. Uskumru.. Tuttuğum
balıkla (yanlış yazmadım, iki saatte tek bir talihsiz uskumruyu,
tesadüfen kıçından yakaladım) limana döndüğümüzde, bizi sert bakışlı bir
fok karşıladı. Biz de yegane balığımızı kendisine armağan ettik.
SAKIN ATATÜRK ŞAKA YAPMIŞ OLMASIN..
Ne
mutlu Türküm diyene, bir Türk dünyaya bedeldir gibi cümlelerle büyüdük.
Televizyonları marşlarla açtık, kapadık. Ancak bizim gibi mutlu
Türklerin, nelere bedel olduğundan İrlanda Fahri Konsolusu’nun pek
haberi yok sanırım. Daha önceleri, her türlü vizeler için gönderdiğimiz
belgeler, harçlar, fotoğraflar, bu kez konsolos beyi pek tatmin etmemiş
olmalı.
Sayın James Geary, bizim yüzümüzü de görmek istemiş.
“Nasıl yani, ta Antalya’dan, İstanbul’a yüz görümlülüğüne mi gideceğiz?”
diye itiraz edecek olduk önce. Ancak, diğer mutlu Türkler gibi boynumuz
Konsoloslar’ın önünde kıldan ince olduğundan paşa paşa uçtuk
İstanbul’a.
James bey, fahri konsolosluğuna ek iş olarak, makine
parçaları üreten bir sanayici olduğundan, kendisinin Merter
mahallesindeki işyerine gittik. Bizi göresi gelmiş olmasına rağmen,
kendisi bizim onun işyerine vasıl olduğumuz gün, işi dolayısıyla şehir
dışına gitmişti. Makine parçalarının arasından geçerek, James beyin
sekreteri Ayşe hanımın odasına gittik. Bir müddet ayakta bakışıp
konuştuktan sonra, Ayşe hanım bizim İrlanda’ya zararımızın
dokunmayacağına kanaat getirmiş olmalı ki, vizelerimizi alabileceğimizin
muştusunu verdi.
BANA NAZARINIZ DOKUNDU SANIRIM
Yolculuğumun
sonunda Istanbul’a döndüm. Publarda çalan o güzel müziklerin tınısı
kulağımda, bakımsız taksilerimizden birine bindim. Müslüm abinin şarkısı
ile karşılandım:
“Sen tanımadın ki beni öldürdün,
Eşe dosta güldürdün”
Yanık
şarkıların etkisi, bunların nesine jiletler umutsuz gençler kendilerini
diye düşünürek eve vardığımda, tüp gazlı bagaja koyduğum bavulumu ve iş
çantamı dört tekerlekli pavyonda unutup indim. Pasaportum, nüfus
kağıdım, cep telefonum ve adlarını buraya yazarsam gözlerimi dolduracak
daha bir çok kıymetlimle demek ki bir yol ayrımına gelmişiz.
“bu herif de amma gezdi bu sene” diye içinizden bir kere daha geçirip, nazar deydirirseniz bir daha yazmam bilesiniz..
Tunç Müstecaplıoğlu
09.09.2005