“Bir yarışın bitimine geldiğinizde, bir başka yarışın başladığını görüyorsunuz”.
Marilyn Monroe söylemiş galiba bu sözleri.
Sarışınlarla ilgili salak yakıştırmalarını oldum olası sevmemişimdir zaten.
Istanbul’dan arkadaşlarım, “ee sezon bitti artık rahatsındır” dediklerinde hep merhum Marilyn gelir aklıma.
Bu kış nasıl geçecek, 2006’da bizi neler bekliyor acaba düşünceleri, her yönetici gibi beni de sonbahar aylarında zorluyor.
Kışın
açık olan otellerin artması, buna karşın ekonomik tatil yapmak isteyen
yaşlı kuşağın artmaması, maliyet baskısı, tüm otelci, acenteci, uçakçı,
şopingci, kısaca turizmle ilgilenen herkesi zorluyor.
Otellerimizde bin beş yüze yaklaşan çalışan sayısı, kış aylarında ne yazık ki beş yüze kadar iniyor.
Yaklaşık bin takım arkadaşımızla iş ilişkimize ara vermek zorunda kalıyoruz.
Yunanistan’da
Çalışma Bakanlığı, bu zor dönemde turizm sektöründe çalışanları,
turizmden soğuyup başka branşlara kaymasınlar diye, maaşlarının yüzde
kırklık bölümünü beş ay boyunca ödüyor.
Bizde ise, hükümetler aynı dönemde genelde yeni vergi ve zam planlamalarında olduklarından, henüz böyle bir programları yok.
Alıyoruz çantamızı, lacivert takım elbiseleri temizletip düşüyoruz gurbet ellere.
Almanya, Rusya, neresi varsa ziyaret edip, bir sonraki senenin filmini görmeye çalışıyoruz.
ALMANYA 2006..
Futbolu
bu kadar seven birisi olmama rağmen, Avrupa kıtasında yapılan dünya
şampiyonaları işimizi olumsuz etkilediğinden canımı sıkıyor.
Kore-Japonya ne güzeldi öyle.
Mesafe uzak olduğundan, özel meraklıları dışında herkes tatilini sürdürdü.
Oysa şimdi, en önemli iş ortağımız Almanya turnuvaya ev sahipliği yapınca işimiz zorlaştı.
Televizyondan seyredecekler için hazırlıklarımızı tamamlamak üzereyiz.
Ancak çoğunluk organizasyonda görevli olduğundan tatile gelemeyecekler.
“iki hanım gelin, bir kişi parası ödeyin” gibi kampanyalar vardı Almanya’da.
Alman tur operatörleri için de zor bir yıl olacak.
Artık tek bir ülkeye dayalı pazarlama kalmadığından, diğer ülkelerden gelecek misafirlerimiz bölgeyi rahatlatacaktır.
2006’yı, 2005 rakamları ile tamamlayabilir isek kendimizi başarılı sayabiliriz.
BANA INCOMING PARTNERİNİ SÖYLE, SANA KİM OLDUĞUNU SÖYLEYEYİM..
Türkiye’ye
gelen misafir sayısı artıyorsa, bunda en önemli etkenlerden biri de,
Türkiye’den sorumlu yabancı kontrat müdürleri ile Türkiye’deki incoming
firmasının yöneticileri arasındaki diyalogdur.
Türk yöneticilerin
belirledikleri, pazarın arzuladığı doğru ürünler, iyi bir ön hazırlık
sonrasında kontrat müdürüne gösterildiğinde, işin büyük bir bölümü
hallolmuş oluyor.
Türklere sempati duyan bir kontratçı, ürünü doğru fiyata alırsa, gelecek turist sayısı kesinlikle artacaktır.
Kasım ayı içinde LTU Touristik ve Thomas Cook’un katalog tanıtımları vardı.
Thomas Cook, merkezine yakın olsun diye her yıl Frankfurt’ta yapıyor.
Bu yıl konser konuğu milli damatları, Heidi Klum’un siyahi İngiliz eşi Seal’di.
Oysa ben, Heidi Klum’u tercih ederdim.
O nedenle sinemaya gittim.
Fuar alanı yine başarıyla organize edilmişti.
Aldiana, LTU, ITS, Jahn Reisen, Tjaereborg, güzel gösteriler ve sürprizlerle gelenleri Türk konukseverliğine uygun ağırladılar.
Türkiye’den sorumlu kontrat müdürü, hiperaktif Joachim Seip, nam-ı diğer Joe, artık sadece Türkiye’den sorumlu değil.
Türkiye’nin yanı sıra Malta, Yunanistan, Romanya ve Bulgaristan kontrat müdürleri de ona bağlı çalışacaklar.
Bizlere bu kadar yakın birisinin yükselmesi herkesi memnun etti haliyle.
Türkiye kontrat müdürünün kim olacağı ise henüz belli değildi.
LTU BULUŞMASI BU KEZ ESKİ BAŞKENT BONN’DAYDI..
Buluşmanın bizler için en ilginç yanı Karsten Voss Gecesi idi.
Giderek ilginçleşen bu gece, yakında haber kanallarının ilgisini çekebilir.
Koyu Fenerbahçeli Karsten, o gece, 214 yıllık Kraliyet balo salonu La Redoute’da yine bizlere neşeli anlar yaşattı.
130 kişilik Türk otelcilerinden oluşan davetli grubuna bir de Kanarya Adaları’ndan konuk vardı.
“Nasıl eğleniliyor görsün diye çağırdım onu” diye tanıştırdı bizlerle.
Geleneksel hale gelen “Karsten’ın Komik Oskarları” yine ana konuydu.
Onu
en çok sinir edene plastik testere, en çok telefonla arayıp taciz edene
dev telefon, en çok para isteyene koskoca bir Euro banknotu, en çok
kıvırtan erkeğe sazdan yapılma Havai eteği eski yıllardan aklımda kalan
sıra dışı hediyelerinden bazılarıydı.
Bu yıl bunlara, arıtma
sorunu yaşayan otelciye plastik tuvalet fırçası, LTU’yu yıllardır
sabırla bekleyen Bodrum’lu bir otelciye plastik dürbün, büyük bir tur
operatörünün baskılarına boyun eğmeyip LTU’yu kapının önüne koymayan
otelcilere üç silahşörler kılıcı, aklımda kalan en renkli
hediyelerdendi.
Bir de tiyatro hazırlamışlardı ki görmeye değerdi.
Otelini ille de gezdirmeye çalışan, az yetkili müdür tiplemesi ile Voss hepimizi bolca güldürdü.
ÇİN ORDUSU DÜSSELDORF’TA..
Dünyanın
sekizinci harikası olarak da adlandırılan, Çin ordusunu simgeleyen bu
devasa heykeller 1974 yılında Çin’in Xiyang köyü yakınlarında 2200
yıllık uykularından uyandırılmışlardı.
Çin’in ilk İmparator’u Qin Shi Huang Di döneminde yapılan binlerce terakota (bir tür ham seramik) heykel bulunduğunda arkeoloji dünyası bayram etmişti.
İşte bu heykellerin bire bir boyutlardaki kopyaları Almanya’daydı.
Yüzbinlerce insanın Avrupa’nın çeşitli şehirlerinde ziyaret ettikleri sergiyi Düsseldorf’da gezdik.
Gerçekten de etkileyiciydi.
Çin’e sırf bu heykeller için bile gidilebilir.
Turizmin en sevdiğim yönü, yeni insanları tanımak, yeni bilgiler öğrenmek ve gezmek.
Sadece bu saydıklarımın toplamına da turizm deniyor.
Tunç Müstecaplıoğlu
16.11.2005