Sizin şarkılarınızla ilk tanışmam, 1960’lı yılların sonlarıydı sanırım. “Aman Avcı “, “Seher Vakti”, “Kol Düğmeleri” dinlediğim ilk şarkılarınızdandı. Aynı yıllarda, Cem Karaca “Resimdeki Gözyaşları”, Jose Feliciano “Rain”, James Brown “I Feel Good” adlı parçalarıyla ünleniyorlardı.
Anneniz Rikkat Uyanık ile Fenerbahçe’de aynı semtte oturduğumuzdan, sizi
sık sık aramızda görürdük. Onun,her gün futbol oynadığımız arsanın
yakınındaki evinin camlarını bazen şangırdatarak, istemeden de olsa
kızdırırdık.
Hayatımda gittiğim ilk konser sizin konserinizdi.
Evimizin çok yakınındaki Kalamış Sahil Sineması, o yıllarda düzenlenen
konserler ve gecikmeli gelen Hollywood filmleriyle, sinema ve müziğin
nabzının attığı yerdi.
Arkadaşlarımla birlikte, sizin her
konserinizde en önlerde yer tutmaya çalışarak; elimizde teyp, tüm
konseri kaydetmeye çalışırdık. Çünkü, böylesine sahne sıcaklığı olan bir
başka müzisyen olamazdı. Konserin onuncu dakikası dolmadan, sizi seven
sevmeyen herkes trans halinde şarkı, söyleyip, kıpırdamaya başlardı.
Şarkı aralarında anlattığınız öyküleri, yaptığınız şakaları, haftalarca
birbirimize anlatır dururduk.
Arkanızda, o yıllarda, Kaygısızlar
adında tabanca gibi bir grup vardı. Sahnede ilk çift davulu onlarda
görmüştük. Mazhar Alanson ve Fuat Güner size vokal yaparken, ileride
sizden ayrılıp MFÖ olarak böylesine ünlü olacaklarını aklımıza bile
getiremezdik.
Sizin aşırı mükemmeliyetçi yapınız ve son kararın
hep sizden çıkmasını istemenizin bu birlikteliği bitirdiği söylenirdi.
Hatta MFÖ’nün yıllar sonra yaptığı bir besteyle, “Sen neymişsin be abi”
diyerek sizi hicvettiği anlatılırdı.
“Dağlar Dağlar” çıktığında,
bizler artık kıdemli birer Barış Manço hayranlarıydık. Normalde içimizi
karartan yaylı tamburu zevkle dinler olmuştuk. “Gamzedeyim Deva Bulmam”,
“Bir Bahar Akşamı” yorumlarınızla, bize alaturkayı da dinletir
olmuştunuz.
İlk gençlik yıllarını geride bırakıp, sizin sebzeli,
hayvanlı besteleriniz çıktığında, artık çocuklarımızın gönlünü çalmaya
başlamıştınız.
Bizler ise o sıralarda sizin televizyonculuk
becerilerinize parmak ısırıyorduk. Hele ülkeleri tanıttığınız bölüm,
tarih ve coğrafyanın nasıl öğretilmesi gerektiği konusunda bir ders
niteliğindeydi.
Ağabeyiniz Savaş Manço ile ortak bir iş yapmak
üzere Belçika’ya gittiğimde, siz ne yazık ki benden iki gün önce
Türkiye’ye dönmüştünüz. Liege’de, sizin evinizde kalmıştım. Gençlik
yılları idolümün evinde üç gece geçirmek, benim için çok anlamlıydı.
Antika fotoğraf makinası koleksiyonunuz ve çeşitli ödüllerinizle, bir
müze niteliğindeydi eviniz.
Bir sabah uyandığımda, “Barış Manço
ölmüş” gibi anlamsız laflar konuşuluyordu. Tatsız bir şaka gibiydi ama,
gerçekti. Şu ölüm denen şey, “Meleklerin Şehri” ya da “Joe Black”
filminde anlatıldığı gibiyse eğer, pek de ürkülesi bir son olmasa gerek.
Hele azrail, Nicholas Cage, Brad Pitt gibi yakışıklı olursa, kadınlar için daha da kolaylaşacaktır bu antipatik son.
Bir
kış akşamı, hiç beklenmedik bir anda, onca seveninizi terk etmek için,
sanki “sevinçli bir telaş içindeydiniz”. Belki de müzisyen azrailinizle
birlikte, bulutların üzerinden, Barış Manço – Moda adresinin önündeki
üzgün kalabalığa bakarak, gülümsüyorsunuzdur.
Sizi çok özleyeceğiz sevgili Barış Manço..
Tunç Müstecaplıoğlu
08/02/1999