Müzikallerle tanışmam yaklaşık kırk yıl öncesine dayanıyor.
Annemin zoru ile İngiliz şarkıcı Cliff Richard’ın başrolünü oynadığı “Summer Holiday” filminden sonra eve büyülenmiş gibi dönmüştüm.
Sonra, Singing In The Rain, Şerburg Şemsiyeleri, Batı Yakası Hikayesi filmlerini de görmüştüm.
Hiç beklenmedik bir anda şarkı söyleyip dans eden oyuncuları görünce, önce yadırgamış sonra filmin büyüsüne kapılıvermiştim.
Dünyada en önemli müzikaller iki ülkede sergileniyor.
İngiltere’nin Londra kentinin West End bölgesinde ve Amerika’nın New York şehrinin Broadway banliyösünde.
Bu iki şehirde, sadece müzikal eserler sergilenen toplam 80 tiyatro var.
Bu oyunlara giden sanatsever sayısı bir yılda yaklaşık yirmi beş milyon.
Müzikal yıldızlarını yaşam sanatçılarına benzetirim.
Hem iyi şarkı söylemeleri, hem iyi dans etmeleri, bir de iyi rol yapmaları gerekiyor.
“Sesim güzeldir, on parça ezberler geçimimi sağlarım” mantığı, bu çok yüksek istikrar ve performans gerektiren gösteri dünyasında geçerli olmuyor.
55 yıl aynı eserin sergilendiği tiyatrolar var. (Broadway-The Mousetrap-1955)
Londra’ya, her turizm fuarına gidişimde akşamlarımı müzikallerde geçirdim.
Hepsi birbirinden güzel eserlerdi
Ancak,
beni en çok etkileyen ABBA topluluğunun kurucularından Benny Anderson
ve Björn Ulvaeus’un 1999 yılında sahneye koydukları Mamma Mia oldu.
Hatta, bir sonraki yıl aynı oyuna aynı tiyatroda (Prince of Whales Theatre-Galler Prensi) ikinci kez gittim.
Kendi
müziklerinden başkasının müziklerine, hele bir de İngilizce söylenen
şarkılara burun kıvıran İngilizleri, Waterloo şarkısı çalarken ayağa
fırlayarak dans ederek coşkuyla alkışlarken görünce çok şaşırmıştım.
Müzikalden
pek etkilenip, Justiniano tiyatrolarının bazılarında animasyon ekibinin
başarılı çalışması ile aynı müzikalin mikrosunu gerçekleştirmiştik.
ABBA melodileri, sanki otele Fareli Köyün Kavalcısı gelmiş gibi herkesi tiyatroya çekiyordu.
Bırakın müzikali, topluluğun sadece şarkılarını çalsak tiyatro yine dolabilirdi.
Benzer bir duyguyu, otellerde yine sevilerek izlenen Grease müzikalinde de hissettmiştim.
İsveç’in ünlü ABBA adlı grubu, 1972-1982 yılları arasında tüm dünya müzik piyasalarını altüst etmişti.
Tam 350 milyon albümleri satıldı ve satılmaya da hala devam ediyor.
Onlar 70’li yılların pop yıldızlarıydılar.
Kanımca, 2200 yılında da hala dinlenen klasiklerden olacaklar.
Grubun adı, üyelerinin baş harflerinden oluşmuştu.
Agnetha
Bjorn
Benny
Anni-Frid
Eurovision şarkı yarışmasına ilk kez katıldıkları 1973 yılında, Ring Ring adlı parçayla üçüncü olmuşlardı.
Bir yıl sonra ise, aynı yarışmayı Waterloo şarkısı ile kazanıp adlarını tüm dünyaya duyurmuşlardı.
Her yıl harika parçalar besteleyen grubun, 1975 yılı sürprizi ise Mamma Mia şarkısı idi.
1986 yılından bu yana, büyük para teklifleri almalarına rağmen biraraya gelmiyorlar.
Sebeplerini grubun beste beyin takımından Bjorn Ulvaeus şöyle açıklıyor:
“Bazılarımız 60 yaşını bile aşalı epey oldu. Hayranlarımız bizi hep enerjik, genç halimizle hatırlasınlar istiyoruz.”
1999 yılında grubun erkek üyeleri Mamma Mia müzikalini ortaya çıkardılar.
İlk kez, benim de izlediğim tiyatroda sergilenen müzikal bir anda dünya çapında bir etki yarattı.
Şu ana kadar 170 ülkede sahneye kondu ve iki milyar doların üzerinde hasılat elde etti.
Şimdilik otuz milyon kişi tarafından izlendi.
Her akşam ortalama on yedi bin kişi, Japonca’dan, Norveçce’ye kadar farkli dillerde izliyor.
Bazı şehirlerde, biletleri karaborsada 1.000 YTL’ye kadar alıcı bulabiliyor.
Ekim ayında Istanbul’da da izlenebilecek.
Geçen yıl, ünlü aktör Tom Hanks ve karısının yapımcılığına soyunduğu filmi de çekildi.
Yaklaşık
doksan milyon dolara malolan filmde, başrolde oynayan Donna rolündeki
Meryl Streep’in bu oyunu ile şimdiden Oskar alabileceği bile söyleniyor.
Yakışıklı Bond oyuncularından Pierce Brosnan da filme renk katıyor.
Yunan adalarından birinde yaşayan bir İngiliz ana-kızın öyküsü var filmde.
Yirmi
yaşına gelip de bir Yunan delikanlısı ile evlenmeye karar veren Sophie
Sheridan adlı genç kız, bir türlü kim olduğunu öğrenemediği babasını
bulmaya, düğününde onu da görmeye karar verince, ortaya duygusal ve
komik bir öykü çıkıyor.
Film, Yunan adalarına turizm hareketlenmesini artıracak kadar güzel fotoğraflarla dolu.
ABBA şarkıları tam da bu öykü için yazılmış adeta.
Gözlerimden, gülmekten, duygulanmaktan bolca yaş geldi.
Kaçırmamanızı öneririm.
Film bitince sakın hemen çıkmayın.
Yoksa, emeği geçenlerin adları perdeden akarken, “Thank You For The Music” parçasını kaçırırsınız.
Salondan çıkarken, siz de ABBA’ya, bu müzik dehalarına teşekkür edeceksiniz.
Bir gün, hani olur da ütopik evrensel kardeşlik gerçekleşir ise, bunda en önemli harç müzik ve spora ait olacaktır.
Tunç Müstecaplıoğlu
21.07.2008