Bundan birkaç yıl önce, haftada 2-3 yazı yazarken elimin nasıl gittiğinin farkına varmazdım. Şimdi, biraz da antrenmansızlıktan olacak kağıtla uzunca bir süre bakıştık.
Turizm Dünyası’nın yeni dergisi “Tourism World”Genel Yayın Yönetmeni
Haluk Üncel benden yazı beklediğini söyleyince hemen kabul ediverdim.
Kendisi,Sabah
gazetesinin Akdeniz ekini çıkartırken de benzer bir taleple gelmişti.
Hafta sonu boyunca heyecanla yazdıklarım ve benden istediği gülümseyen
vesikalık fotoğrafımla ofisine gittiğimde,beni kötü bir sürpriz
bekliyordu.
“Sağ olasın,ancak bugün Sabah gazetesinin tüm bölgesel ekleri kaldırıldı.” Ben,elimde yazım,gazetenin hemen çaprazında çektirdiğim fotoğrafımla kalakalmıştım Selekler pasajı civarlarında.
“Dostum,bu derginin kapanması da benim elimden olmasın”dediysem
de,o benim yazmamda ısrarcı oldu. Hatta,bu kez çalıştığım otelin
havuzunun başında, kendi deyimleriyle bir “Hasan Cemal” duruşu ile
fotoğrafımı çekerek beni arşivlerine kaydettiler.
Böylece,Alanya yakınlarında otel yöneticiliği yapan birisi olarak benim,yeniden yazı yazma fırsatım doğdu. Yaklaşık
110.000
yatağa,70 kilometrelik sahile sahip,Akdeniz turizminin ağabeylerinden
Alanya,ne yazık ki bir süredir Avrupa piyasasında ucuz bir ürün olarak
pazarlanıyor.
“Alanya’da çalışıyorum” deyince,komşu bölge profesyonellerinin yüzünde,sanki “Fenerbahçeliyim” demişim gibi tuhaf ve ekşi bir ifade beliriyor genelde.
“Allah başka sıkıntı vermesin” nazarları
arasında ben,çalıştığım Okurcalar ve Avsallar bölgelerinin iyiye yakın
fiyatlarla satılabildiğini izaha gayret ediyorum.
Çalışma odam
benim bir anlamda terapi merkezim gibidir. Bahar aylarında kırlangıçlar
daha önceden kurdukları yuvalarında bebek büyütürler. Sonra
begonvillerimiz açmaya başlar.
Bu arada,metalik sivrisinekler gibi suda vızıldayarak uçan, turizmin ve yüzücülerin baş belası “jet ski” leri görmemeye çabalıyorum.
Bir gün birlikte denizi seyrederken bir yabancı acenteci arkadaşım engin Akdeniz’e bakarak,”şu koskoca su kütlesini bunca süre nasıl sıcak tutabiliyorsunuz?” diye hayıflanmıştı.
Nasıl
şanslıyız gerçekten de. Yılda 300 güneşli günün 180’inde denize de
girilebiliyor. Doğal şansımızın zoraki dikeni de coğrafi konumumuz.
Kutsal
topraklar,petrol,kökten dinciler,Kürt yok Türk var,ABD’li silah
üreticileri yeni oyuncaklarını nerelere satacaklar derken,art arda üç
huzurlu sene geçiremiyoruz.Oysa Kudüs Belçika’da olsaydı,Orta Doğu
ülkeleri petrolüyle değil de patatesiyle ünlü olsalardı,Araplar
Avrupa’yı da müslüman yapabilselerdi,ya da komşularımız
İsveç,Lüksemburg,Kanada filan olsalardı,acaba daha istikrarlı yıllar mı
yaşardık?
Neyse,yerel bir yazı yazayım derken,odamdaki klimanın yarattığı yapay rüzgarla,dünya meselelerine dalıvermişim.
Neredeyse
35 yıldır Alanya’ya gider gelirim. Çocukluğumdan beri Antalya’ya
otoyolla bağlanma lafları,çalışmaları vardır. Önceleri,”ee tabi 135 kilometre bu,boru mu,anca bağlanır” diye avutuyordum kendimi.
Avrupa’yı,onun yollarını,kilometrelerce aydınlatılmış katlı
tünellerini görünce,aldatıldığımızı anladım.
Her
yıl milyarlarca dolar dövizi topla,sonra o dövizi getirenlerin,orada
yaşayan ve çalışanların en doğal hakkı olan ulaşım sorununu çözme.
Hadi,kımıldayın artık,alt tarafı 20 kilometre kaldı. Bitince daha az
insan ölecek,fiyatlar kıpırdayacak.
Nasıl da hemen unutuverdik
Irak savaşını. Artçı sallantılarını hissetsek de bitti işte!. Turistler
de unutuverdiler. Deniz yatağından birbirlerine su fışkırtıyorlar
havuzda.
ABD yeni bir hinlik düşünerek,”hadi şimdi de İran’ı
kurtarıverelim”operasyonu,ya da “Suriye başkanı geçen gün yine bana yan
baktı”gibi stratejik(!) kabadayılıklar yapmaz ise turizm daha da iyi
olacak. İnanın..
Tunç Müstecaplıoğlu
18.08.2003