Evet, sonunda olan oldu ve tenis kulübü başkanını da sorgulamak için götürdüler.
Sabahın altısında, mimar Ufuk başkan gözlerini oğuştururken karşısında emniyet güçlerini gördü.
Projeleri, bilgisayarı, eski mektupları dahil;
evinde, ofisinde ne varsa toparlanıp bir keten çuvala dolduruldu.
Ne eşi ne de çocukları bir anlam veremediler bu işe.
Komşuları uzaktan korkan gözlerle izlediler Ufuk götürülürken.
“neden bizi değil de onu götürüyorlar ki” diye de içlerinden sevinçle karışık bir duyguyla düşündüler.
Sevinçliydiler, çünkü onlar az sonra sıcak çaylı kahvaltılarına başlayacaklardı.
Öyle ya, neden seçilmişti tenis kulübünün başkanı acaba?
Belge olmayan yerden suçlu çıkmaz mı derlerdi..
Cadı avı desen, o devirler kapanalı çok oldu.
Komünist avı desen, ortada ne komün kaldı ne de onun sempatizanı.
ABD’de 1950’li yıllardaki McCarthy dönemini yaşıyoruz adeta.
Kimin ne zaman, hangi sebeple gözaltına alındığını anlayamıyoruz.
Kadınlar ofsaytı, biz de şu Ergenekon işini çözemedik bir türlü.
İnsanlar toparlanıp götürülüyorlar.
Ne yaş, ne makam, ne rütbe, ne de sağlık durumu bir önem taşımıyor.
Sonra serbest de bırakılsalar, bir leke sürülmüyor mu hayatlarına bu insanların?
84 yaşındaki İlhan Selçuk götürüldüğünde nasıl da bir infial olmuştu değil mi?
İlk şehit geldiği günkü gibi toplum şöyle bir kıpırdanmıştı.
Sonra kanıksamaya, olayı sulandırmaya başladık.
Tıpkı Cumartesi Anneleri’nde olduğu gibi.
O anneler ki, her cumartesi günü Galatasaray Lisesi’nin önüne çöküp kaybolan çocuklarının bulunmasına destek arıyorlardı.
Kim yok etmişti o gencecik insanları?
Karanlık kuyulardan çıkartılan kemiklerin bazıları onlara da mı aitti?
Sonra neler oldu acaba?
Balık hafızalı mı olduk nedir..
Her gün, damardan haberlerle gündem çalkalandıkça bir öncekini hatırlamaz oluyoruz.
Kanserden ölenler mi arttı, yoksa benim çevrem mi genişledi onu da tam anlamış değilim.
Profesör Mustafa Yurtkuran ve eşi Profesör Merih hanımın adları da basında yer alıp Mustafa bey gözaltına alınınca çok şaşırdım.
Erdoğan Üstünsoylu Kayak Federasyonu başkanı iken, Mustafa Yurtkuran da onun asbaşkanı idi.
Ben de onlara, dış ilşkiler kurulu üyesi olarak destek olmuştum.
Ne yaptı bu hümanist, sporcu aydınlar acaba?
En son Türkan Saylan’ın evi de basılınca “yuh artık” dedim.
74 yaşındaki hanımefendi bir bilim insanını da rencide ettiler ya, helal olsun yani..
Dolayısıyla, sıra tenis kulübü başkanlarına gelirse hiçbirimiz şaşırmayalım.
Pijama, iç çamaşırı, çorap, gömlek, pantolon, kalem, kağıt gibi malzemelerle dolu çantamızı her an hazır tutmakta yarar var.
Hep tenis çantası, güneş gözlüğü ile gezecek değiliz ya..
Ne demiş ünlü Alman şair, tiyatro yazarı Bertolt Brecht (1898-1956)…
“ Naziler önce komünistleri götürdüler, komünist olmadığım için karışmadım tabi ki.
Sonra Yahudiler’i aldılar.
Yahudi olmadığıma göre beni ilgilendiren bir durum yoktu haliyle.
Sıra sosyal demokratlara geldiğinde önce biraz şaşırdım.
Sosyal demokrat da olmadığıma göre, “onları savunmak bana mı kaldı” diye yine sesimi çıkarmadım.
Sonra bir gün beni de tutukladılar.
Ne suçum olduğu hakkında hiçbir bilgim yoktu.
Sağıma soluma yardım ederler mi diye baktım.
Kimse kalmamıştı..”
Tunç Müstecaplıoğlu
16.04.2009