“Siirt’in Eruh ilçesinde, güvenlik güçleri ile PKK mensupları arasında çıkan çatışmada 7 er, 1 geçici köy korucusu şehit oldu.”
Cep telefonuma gelen bu acı haber sırasında ben, Belek’te ılık denizin içinde üstümden süzülen su uçağını izliyordum.
Sahilde su ile oynaşan çocuklar, tangalı genç kızı alıcı gözle izleyen su sporlarındaki Azeri genç.
Dağdöşü Köyü’nün kırsalında Mersinli Yalçın Duman, sabah okuduğu mayın ölümlerinden hayli tedirgin. Neyse ki 24 kasımda terhis olacak.
Barda birasını yudumlayan göbekli Alman misafir mutlu gözüküyor.
1974 Kıbrıs çıkarmasında amcası ölen Ödemiş’li Kamil Alkan’a amcasının adını vermişler.
Denizin ortasında kocaman plastik bir muzun üstünde sevinçle zıplaşan Rus turistler nasıl da neşeliler.
Konya’lı Orçun Yaldır, tam izine çıkacağı gün operasyon nedeniyle izninin ertelenmesine biraz kızgın. Oysa nasıl da gözünde tütüyordu sevdikleri.
Duşun altından çıkmak istemeyen çocuklar birbirlerinin üzerine su sıçratıyorlar.
Tekirdağ’lı Emrah Öztürk, yeni asker olmasına rağmen ilk kez bir operasyona katılmanın heyecanı içinde.
Emekle yaptığı kumdan kalesine umarsızca basarak geçen kadının arkasından, 5 yaşındaki Oleg plastik küreğini fırlatıyor.
İzmir’li Mustafa Akman,
henüz altı aylık asker. Bu tehlikeli operasyonun tam da birinci evlilik
yıldönümüne denk gelmesi biraz canını sıkmış doğal olarak.
Hamburger kuyruğunda keyifle ıslık çalarak bekleyen geçkince İsviçreli sıcaktan memnun.
Tunceli’li Erdal Güneş, Ankara’lı Sedat Akca, Siirt’li Osman Sarın, diğer arkadaşları gibi geleceklerine umutla bakan fidanlar.
Objektiflere, ellerindeki Kalaşnikoflarla sert ifadelerle poz verseler de neticede ailelerinin biricik çocuklarıydı onlar.
Saat 22.00 sularında aniden saldıran kalabalık PKK’lı bir grup, askerleri faka bastırıyor.
Güney doğuda 8 ışık daha sönüyor.
Başrolünü Robert De Niro’nun oynadığı, Michael Cimino’nun 1978 yapımı Avcı (The Dear Hunter) filmi gözümün önünden geçiyor.
Görkemli düğün sahnesinden sonra Pennysylvania’lı gençler birden Vietnam ateşinin içine düşmüşlerdi.
Muhammed
Ali gibi savaşı protesto da edemediklerinden, bir anda kendilerini hiç
tanımadıkları bir iklimde, hiç anlamadıkları bir nedenle çıkan savaşın
ortasında bulmuşlardı.
Aynı 1950-1953 yılları arasında Kore’de savaşan bizim askerlerimiz gibi.
Aynı,
1915 yılında, sanki bir eğlenceye katılır gibi, yaşlarını büyükmüş gibi
göstererek, Çanakkale’de hiç tanımadıkları bir ulusa karşı savaşan Yeni
Zelenda ve Avustralya’lı gençler gibi.
17 yıl kadar önce bir gazetenin baş yazarı ile Side’de yürüyoruz.
O yıl, hayli alçaktan uçarak hepimizi tedirgin eden jetlerin gürültüsünden yakınıyorum.
“Meraklanacak
bir şey yok. Avrupalılar buralarda tatil yapmayı sevdi. Sıcak ve
böylesi temiz denizleri de olmadığından, Antalya onların tatil
bahçeleri. Endişelenme, olay çıkmasına izin vermezler. Kısa bir süre
sonra da bu jetler burada uçmaz”
Sahiden bütün bunlar bir varil petrol için mi?
Yoksa silah pazarlamacılarının vahşi bir taktiği mi?
Sevr anlaşmasını yeniden mi imzalattırmaya çalışıyorlar?
Komplo teorileri mi üretiyoruz acaba?
Bu gençlerin kaç yıl daha yaşayabileceklerine kim karar veriyor?
Şehit-terörist diye diye daha kaç insan ölecek?
Kitaplar
yazılacak, filmler yapılacak, şehitler anılacak, tabutlara sarılıp
ağlanacak, beddualar okunacak, ama bu savaşlar sanki hiç bitmeyecek
gibi.
Bizler, bir ucunda savaşılan bu ülkenin batısında, herşeye rağmen, herşey dahil gelen turistleri eğlendirmeye çalışıyoruz.
Misafir,
çalışan mutluluğu, daha neleri dahil edelim hizmetlerimize derken,
biraz ötemizde gençlerimiz, neredeyse her gün, hiç ölmemeleri gereken
yaşlarında vurularak aramızdan ayrılıyorlar.
Otele gelen
misafirlerin rahatsızlıklarının bir çoğuna yardım edebilirken, bu acı
ölüm haberlerini sadece çaresiz bir biçimde dinliyoruz, okuyoruz.
Yoksa biz, bir tiyatro oyununun farkında olmadan rol alan aktörleri miyiz?
İplerimiz kimin elinde?
Tunç Müstecaplıoğlu
20.07.2006