Yendim diye sevinme, yenildim diye erinme diye sesleniyordu cazgır.
Ara sıra da pehlivan şiirleri söylüyordu:
ağustos ayında ekilen darıdan,
oğul vermeyen arıdan,
kocasından sonra kalkan garıdan hayır gelmez,
her ananın doğurduğundan da böyle baş pehlivan olmaz..
Feslikan Yaylası’ndaki 4. Yağlı Güreş şenlikleri çok eğlenceliydi.
Adına Minik Bir Boy denen çıtır pehlivanlardan, Baş Pehlivanlar kategorisine kadar tam 12 kategoride güreşler yapıldı.
500’den fazla sporcu katıldı.
Antalya’ya
altmış kilometre uzaklıkta olmasına rağmen binlerce güreşsever, 2.400
metre yüksekteki bu güzel yaylada hem güreş seyrettiler hem de
yaylandılar..
Yağlı güreşin en popüler mekanı olan Kırkpınar, 647 yıldır bu organizasyona ev sahipliği yapıyor.
Ertuğrul Gazi’yi saymazsak, ikinci Osmanlı Sultanı 1. Orhan döneminden bu yana gelen muhteşem bir gelenek.
İlginç de bir başlangıç öyküsü var.
Dönemin Osmanlı askerleri yine bir sefere çıkarken Edirne yakınlarında mola vermişler.
İki pehlivan asker sabahın erken saatlerinde güreşe başlamışlar..
Hava kararıncaya kadar çılgınlar gibi kapışmışlar, ama bir türlü yenişememişler.
Sonrasında her ikisi de yorgunluktan orada ölmüş.
Onları oracıkta gömen arkadaşları, sefer sonunda mezarlarını ziyaret ettiklerinde bir de ne görsünler.
Mezarlarının tam ortasından kırk adet pınar fışkırmış.
İşte onları anmak için, 1361 yılından beri bu güreşler düzenleniyor Edirne’de.
Yunanlılar’ın Maraton öyküsü gibi dramatik ve etkileyici bir öykü.
Antalya’nın Elmalı’sı onlardan da eski.
Bu yıl ağustos ayında 656.’cısı yapılacak.
Eskiden yenişene kadar süren güreşler, hız çağına uydurularak 35 dakika ile sınırlandırılmış.
Öyle salon güreşi gibi ille de sırtın yere gelmesi de gerekmiyor.
Göğüs güneşi görünce güreş bitiyor.
Ya da, rakibin ayaklarını yerden kesip üç adım atınca da güreş kazanılmış sayılıyor..
Otuzbeş dakika yenişemeyen güreşçilere yedi dakikalık bir ek süre veriliyor.
O sürede modern salon güreşlerinde olduğu gibi puan usulü geçerli.
Yine beraberlikle sonuçlanırsa, o zaman iş hakem kulesinin önünde kura atışına kadar gidiyor.
Eskiden futbolda olduğu gibi.
Güreşte penaltılar yok yani..
Pasif güreşen güreşçilere ihtar veriliyor, güreş dışı sert hareketler de sarı kart ile cezalandırılıyor.
Yarışmanın içinde mola yok.
Ara sıra çaktırmadan, aralarında konuşarak dinleniyorlar.
Göze kaçan yağlar siliniyor.
Bir baş pehlivan adayı, sabahtan akşama kadar her biri molasız 42 dakikaları bulan 5-6 müsabaka yapmak zorunda kalabiliyor.
Müthiş bir güç ve kondisyon söz konusu yani.
Doping kontrolu Feslikan’da henüz başlamamış.
Diğer büyük organizasyonlarda yapılıyormuş.
Koskoca er meydanı ve çevresi yağ kokusundan Burgerking gibi yağ kokuyordu.
Feslikan’da 500 kadar pehlivan vardı.
Elmalı ve Kırkpınar’da bu sayı 1000’e yaklaşıyor.
Güreşçilerin çoğunluğu geçimlerini bu spordan kazandıkları paralarla sağlıyorlar.
Bazılarının başka işleri de var.
Onlar için bir tür hobi-iş gibi yani.
Bir
erkeğin bir diğer erkeğin pantolunundan elini sokup karıştırması normal
şartlarda cinayette hafifletici bir sebep olmasına karşın, yağlı
güreşlerde bu olağan bir hamle.
Adına kıspet denilen bu siyah deri pantolanların içine el daldırma işlemine kazık sokmak deniliyor.
“niye sokuyorsunuz elinizi oralara” diye sorduğum bir pehlina, “ee başka türlü tutulmuyor ki rakip” diye cevapladı sorumu.
O zaman daha az yağlanıverseniz diye uzatmanın bir alemi yoktu.
656 yıllık geleneği benim önerilerimle değiştirecek halleri yoktu haliyle.
Menderes başkanın ince fiziğinden yağlı ürünlerle arasının pek iyi olmadığı besbelli.
Zaten, pehlivanlarını ellerini de iki parmağıyla sıkarak bunu belli etti.
Arkamda oturan genç kız 2006 Kırkpınar baş pehlivanı (şampiyonu) Osman Aynur’un hayranıydı.
“Onunla nişanlanmak istiyorum” diye dileğini belirtti.
Yağlanmış adamlar genç kızların ilgisini çekmez diye düşünmüştüm, yanılmışım.
Japonlar geleneksel Sumo güreşlerini tüm dünyaya yaydılar.
Avrupalı, Amerikalı sporcular bu spora katılmaya başladılar.
Bizim yağlı güreşler, yabancı bir dergi tarafından Sumo’dan sonra en çirkin ikinci spor olarak seçilmişti.
Daha
birincisine geleneksel denmeye kalkışılan kiraz festivallerine oranla,
1300’lerden bu yana yüzlerce sporcuyu, binlerce seyirciyi kendisine
çeken bir spor dalı kurumsallaşmış demektir.
İfade edebileceğim kadarıyla, o dergiye de kiraz yemek düşer..
Bej
pantolon, siyah kemer, gri gömlek, mantarlı baş parmaklı
sandaletleriyle, kısaca bildiğimiz Türkler gibi giyinen
vatandaşlarımızın arasında giysileriyle Brunei sultanına benzeyen bir
beyefendi oturuyordu.
Kim olduğunu sorunca öğrendim.
Bu yıl 115.000 YTL bağışlayarak Feslikan Yağlı Güreşleri’nin genç ağası Bayram Topuz beymiş.
En
genç cazgır (güreşlerin mehmet Ali Erbil’i de diyebiliriz)Bayram Ali
Dede ile birlikte davul ve zurnacılar bizi geçmişe götürdüler.
Hep beraber çalınan uzun havalar yerli yabancı herkesi etkileyecek nefasetteydi.
Adeta, ‘işte ben tarihim’ diyordu.
“amaan
yağlı adamların çimenlerde tepişmesini mi izleyeceğim” diye düşünen var
ise aranızda, gidince fikrinizin değişeceğini iddia ediyorum.
Haydi hep beraber ağustos sonunda Elmalı’ya..
Tunç Müstecaplıoğlu
30.07.2008