Sualtı Dünyası dergisinin kıdemli Alanya temsilcisi olarak nihayet dergiye bir katkı fırsatım doğdu. Derginin, elinde modası geçmiş fotoğraf makineli, “psycho” sırıtışlı editörünü ilk okuldan bu yana tanırım.
Kendisinin Kalamış’ta el kadar kırlangıçları avladığı zamanlarını
bilirim. Öğle yemeklerinde biz lahmacunları götürürken o sadece çorba
içerek para biriktirirdi. Böylece ilk fotoğraf makinesini aldı ve daha o
tarihlerde balık vurmaya tövbekar oldu.
Alanya’ya geldiğinde
yalvar yakar olurduk. “Yahu Ateş lütfen bir şeyler avla da yiyelim”
dediğimizde, yüzünde mukaddes bir gülümsemeyle bize bakıp,sanki hepimiz
günahkarmışız gibi bir etki yaratırdı.
Sonra beni derginin Alanya
temsilcisi yaptı. “Ateşciğim ben havuza bile dalamazken derginin nesini
temsil edeceğim?” filan dediysem de ikna edemedim. Künyede hala adım
yazılıdır.
ORALARDA BALIK GÖRDÜNÜZ MÜ ?
1980’li
yıllarda Alanya’da, Alman dalgıçları gördüğümde ilk özel haberimi
geçecek olmanın heyecanıyla yanlarına yanaşarak sormuştum.
Afedersiniz ne tür balıklar gördünüz?
Balık filan görmedik..
Nasıl yani,kayalıkların orada olduğu söyleniyor!
Biz kayaların yanına yaklaşmamaya özen gösteriyoruz.
Peki neden?
E biz sörfçüyüz de ondan!!
Bu
diyaloğu Ateş’e anlattığımda gülümsemedi bile.. Hatta,”oğlum
Fenerbahçe’de büyüdün hala sörfçü ile balıkadamı ayırt edemiyorsun”
diyerek cesaretimi kırdı.
Kısmet bu güne imiş.. Sharm El
Sheikh’e(Şeyhin Körfezi anlamına geliyormuş) bizim gibi bir çok dalma
özürlüyle bir kurban bayramı sabahında vasıl olduk. Orada da sözde kış
imiş, ama öğlen hava 27 su ise 24 derece civarlarındaydı.
RENT A SNORKEL
35
sene kadar önce mayomu evde unuttuğum için Fenerbahçe plajının
girişinde benden önce bilmem kaç kişinin giydiği bir mayoyu
kiralamıştım. O yıllarda hijyen-sanitasyon terimleri henüz icat
edilmemişti. Hala zaman zaman kaşınırım.
Neyse konumuza dönelim.
Sharm’da gözlük,şnorkel ve palet kiraladık. Uludağ’a gelip de kızakla
kendini tepelerden koyuveren paltolu,kasketli adamlara hep üzülerek
bakardım. “güzelim kayak varken,koca adamlar niye acaba bu emniyetsiz
kızaklarla tepişir?” diye düşünürdüm.
Elimizde emanet
malzemelerle birbirimize takılırken, şık giyimli dalgıçların gözünde,
benim Uludağ’daki acıyan yüz ifademi sezdim. Ya Allah deyip,bizden önce
kimin somurduğu meçhul şnorkellere yumularak, attık kendimizi Ras
Mohammed’in serin sularına.
KARL LAGERFELD SİNA’DA
Aman!
Dışarıdan Akdeniz’e benzeyen bu lacivert denizin içinde sanki La
Croix,Donna Karan ya da Gaultier tarafından giydirilmiş garip yaratıklar
yüzüyordu. Mercanlara bakabilecek entellektüelliğe bir saat sonra
ulaşabildiğimizden, hepimiz varsa yoksa balıklara bakıyorduk.
Aynı
filmi seyredip çıkışta birbirine anlatan çocuklar gibi de, ara sıra
kafamızı sudan çıkarıp “şu sarı balığı gördün mü,nah şu kadardı” diye
heyecanımızı paylaşıyorduk.
Balıklarda pek bir heyecan yoktu. Hiç
kaçmadıkları gibi, Goran Bregoviç’in Kusturica’nın filmine yazdığı
şarkıda dediği gibi “her şeyi biliyor” gibi onlar da bilge bir ifade
ile,sakince bizi süzüyorlardı.
HOŞT MU DİYECEKTİK KÖPEKBALIĞINA REHBER KARDEŞ ?
“Köpekbalıkları
göstermez kendilerini bu turistik dalış parklarında” denmesine rağmen
biz yine de tedirgindik. Hani mezarlıktan geçerken insanlar hafif
ürpertiyle ıslık çalar derler ya. Ağzımız şnorkelle dolu olduğundan bu
şansımız da yoktu haliyle.
1930’lu yıllarda uzak yol kaptanlığı
yapmış olan dedemin anlattıkları da hala aklımdaydı. “Bir gün Kızıl
Deniz’de demirlemişiz. Tayfalardan biri abdest almak için geminin
merdiveninden suya eğilmişti. Derken bir köpek balığı onu suya çekti.
Rahmetliyi bir daha göremedik.” Gel de korkma hadi.
Alt tarafı
Mısırlı bir balık bu. Rehberin bize anlattıklarına uyması gerektiğini
bilemeyeceğinden, kızımla her an el ele yüzdük. Tanımadık balığın biri
sertçe “höt” dese “al sana palet” demeye hazır gibiydik.
ORASI BOY MU ?
Biz
pek dibini göremedik ama Bahr El Ahmar’ın, yani Kızıl Deniz’in 2.400
metre derinliğe varan çukurları da varmış. Ertesi gün otelimizin önünde
yine yüzdüğümüzde anladık ki hoplaya zıplaya Ras Mohammed ulusal parkına
kadar boşuna gitmişiz. Meğer oradaki balıkların tümü bizim otelin
önünde de varmış.
Sözün özü Kızıl Deniz mükemmeldi. Ben artık bu
cesaretle Endonezya’ya filan gidip dalabilirim. Keşke Ateş’i dinleyip
vaktinde öğreniverseymişim şu dalgıçlığı. Hem,Türkiye’de araba kullanan
adama shark filan vız gelir tırıs gider.
Dergimizin ciddiyetini
biraz sulandırdıysam idare ediverin bu seferlik. Bir dahaki yazımda
latince terimlerle süslenmiş resmi gazete kıvamında bir yazı döktürmek
boynumun borcu. Oksijeniniz bol olsun..
Tunç Müstecaplıoğlu
15.02.2004