Bir akıl-fikir zanlısı olarak Sultanahmet Adliyesi’ndeydim geçenlerde.
MÜYAP avukatları, binlerce otel yöneticisi gibi beni de hakim önüne çıkardılar.
Müzisyenler bir araya gelemediklerinden, ne isteyeceklerini de pek kestiremediklerinden, biraz da hukuk danışmanlarının rüzgarıyla absürd rakamlarla haklarını arıyorlar.
İstenilen paralar, rakip ülkelerde ödenen bedellerden altı kat daha fazla olduğundan, bir türlü uzlaşılamıyor.
Bizler de, bir yetkili Ombudsman’ın keseceği adil bir racon beklentisiyle gidip gelip hesap veriyoruz.
Adresi yanlışlıkla Istanbul diye verince, on dakikalık bir ifade için dünyanın en önemli şehri Istanbul’a gittim.
İlber Ortaylı’nın Osmanlı yaşamını ve devlet sistemini anlattığı son kitabı, “Osmanlıyı Yeniden Keşfetmek”i de yeni bitirmiştim.
O nedenle, bir başka gözle baktım elli yıllık sırdaşım o şehr-i İstanbul’a.
Istanbul
Erkek Lisesi Cağaloğlu’nda olduğundan ve tarihi yarımadanın bitişiğinde
yer aldığından, gözümün önündeki değerleri pek inceleyememişim.
Ha bugün ha yarın derken Yerebatan Sarayı’nı bile görmek kısmet olmamıştı.
“Amma da tembelmişim”in kamuflajı da diyebiliriz yazdıklarıma.
Hele
bir de bu muhteşem yer altı sarnıcını yaptıran imparatorun,
otellerimizin adının esin kaynağı olan Justinianus olduğunu düşününce
durum daha da beter bir hal alıyordu.
Okul yıllarında, okulu kırıp Gülhane parkında sevgili elini tutarak bakımsız aslanları izlemek nedense daha cazip gelirdi.
Topkapı Sarayı’nın Harem bölümü de ilgimizi çeken mekanlardandı.
“Yaa padişahlar ne şanslı adamlarmış” kıskançlığı, o zamanın da tarihi magazin konularındandı.
Kalamış, Çiçek Pasajı, Ali Sami Yen derken, bir hayli geciktirmişim Tarihi Yarımada gezimi.
YAHU NE KADINMIŞ AMA ŞU TEODORA
Bundan
yaklaşık bin beşyüz yıl kadar önce İmparator Justinianus ve karısı
Teodora’nın yönetimine isyan eden halk her yeri yakıp yıkmaya başlamış.
İşte onlardan bir tanesi de şu anda yerinde Ayasofya yükselen bir ahşap kiliseymiş.
“Nika” , yani zafer diye bağıra çağıra bir dönemi kapamaya and içmiş isyancılar.
İmparator kaçmak için altınlarını gemisine yükletmiş.
Tam yola çıkacakken karısı Teodora şöyle seslenmiş:
“Evet
belki bunca servetle ömrünüzün sonuna kadar refah içinde
yaşayabilirsiniz, ama bu onursuz kaçış maneviyatınızı rahatsız etmeyecek
mi?”
Ardından çözüm önerisini de sıralayıvermiş.
Sultanahmet meydanındaki tarihi Hipodrom’a isyancılar toparlanmış.
İstedikleri tavizleri koparacaklarını sanan isyancılar, başkomutan Belisarius’un askerleri tarafından katledilmiş oracıkta.
Tam otuz bin kişi öldürülmüş tarihi kayıtlara göre.
Böylece, ünlü Nika ayaklanması hayli kanlı da olsa bastırılmış.
Teodora, artık İmparator kadar saygı duyulan ve çekinilen bir konuma yükselmiş.
Bu meydan, sonrasında da yüzlerce ibret-i alem idamlara tanıklık etmiş.
ISTANBUL SALTANAT ÇİÇEĞİ OLAN LALESİNİ HATIRLAMIŞ
Her
ne kadar günümüzde Hollanda lale ile bütünleşmişse de, onu yüzyıllarca
önce ilk kez Fatih Sultan Mehmet çevre güzelleştirmede kullanmış.
Mazhar Alanson’un, “Sana Sarı Laleler Aldım” şarkısının romantik huşusu içinde sevgilisi için lale kopartan ayılar da azalmış durumda.
Her yer kutsal çanak laleler ile bezenmiş adeta.
Lale devri o yıllarda israfı da simgelemiş.
Şimdi de, “ayranımız yok içmeye ne gerek vardı ki onca laleye”diye düşünenler var.
Oysa Sultanahmet’i gezen turistlerin yüzü gülücüklerle kaplı.
İ.S.
300 yılında dikilen taşlarla ondan 1.200 yıl sonra yaptırılan Mavi Cami
sanki aynı devrin eserleri gibi uyum içide gururla yanyana duruyorlar.
AYASOFYA AYASOFYA
İsyancılar
ahşap kiliseyi yıkınca, Justinianus Anadolu’nun ünlü taş ustalarını bir
araya getirerek beş yılda eşi benzeri olmayan muhteşem Ayasofyayı
yaptırmış.
537 yılında halka açıldıktan sonra ünü dünyayı sarmış.
Ne Istanbul’un ne de Ayasofya’nın bin yıl boyunca kimse eline su dökememiş.
Yeni ziyarete açılan Küçük Ayasofya da adeta büyüğünün bir prototipi gibi.
Nasıl oturtmuşlar o devasa kubbeyi o sütünlara anlaması hala zor.
YERİN ALTINA DA SARAY YAPMIŞLAR
Alt tarafı su sarnıcı işte bu Yerebatan Sarayı.
Ama suyun taşınacağı yerler Ayasofya ve Topkapı Sarayı olunca, sarnıç da öyle sıradan olamıyor.
Anadolu’nun çeşitli yerlerinde toplanan sütünlarla, yaklaşık on dönümlük alana bir saray kıvamında yapılmış Yerebatan.
Tam
19 kilometre ötedeki Belgrat ormanlarından, su kemerleriye belirli
eğimler verilerek taşınmış sular sarayın tam altına kadar.
Sifonu tamir ettirmeye zar zor adam bulabilen bizim gibi dünyalılar için, anlaşılması zor bir organizasyon bu haliyle.
BALKAN TULUM PLEASE, AFİYET OLSUN..
Küçük
Ayasofya’nın yanıbaşındaki çay bahçesinde otururken, yan masadaki
beyefendi herkese böyle seslenerek tulumba tatlısı ikram etti.
Yanıbaşımda oturan Hollandalı çift bu ikramı hayranlık dolu gözlerle kabul ettiler.
Sıra bana gelince, “bu güzel hareketinizle ülkemize en az beş yüz turist daha kazandıracaksınız” diye kutladım kendisini.
İçimizde
yaşayan otuz-kırk bin İseviye bile tahammül edemeyen Malatya katilleri
mi, yoksa bu ikramsever beyefendi mi daha çok vatanseverdir sizce?
Tunç Müstecaplıoğlu
26.04.2007