Ne de güzel bir duyguymuş meğer.. Daha önceleri çocukluğumda, ilk gençliğimde Kalamış’ta, Moda’da, Caddebostan’da yüzmüştüm. Boğaz’ın serin ve akıntılı suları ile tanışmak ise 2019’un 21 Temmuz’unda 31. Samsung Kıtalarası Yüzme Yarışı ile kısmet oldu.
Türkiye Mili Olimpiyat Komitesi, “madem ki inatla bize Olimpiyatları
vermiyorlar, bari biz de başka etkinlikler düzenleyelim” demişler.
İyi de etmişler.
Baştan sona kadar ehil ellerden çıktığı besbelli başarılı bir organizasyondu.
Yarışmaya 59 ülkeden 2.400 sporcu katıldı.
Bu sporcuların yarısı yabancı ülkelerdendi.
Ben de Umman’da çalıştığım için oradan doğru katıldım ve yarışmaya Umman’dan katılan yegane sporcuydum.
Her katılanı kabul etselerdi eğer, katılımın 5.000 kişiyi aşacağını tahmin ediyorum.
Samsung 15 yıldır yarışmanın ana sponsoruymuş, bravo Koreliler’e.
Yarışmanın parkuru Kanlıca’dan Kuruçeşme’ye kadardı ve yaklaşık olarak 6.5 kilometreydi.
Hem de bitirince, “biz Asya kıtasından Avrupa kıtasına kadar yüzdük” diyebilecektik.
Havası da bombaydı anlayacağınız.
YARIŞ GÜNÜ GELDİ DE ÇATTI..
21 Temmuz Pazar günü sabah saat 9 gibi tüm yüzücüler Istanbul’un klasikleşmiş iki ayrı şehir hatları vapuruna bindik.
Hepimiz, mayo, deniz gözlüğü, bone ve ayak bileğine takılan elektronik zaman ölçer ile sade ve bir örnektik.
Gemide bulunan deneyimli, deneyimsiz herkes sevinçli bir telaş içindeydi.
Yolda giderken nedense aklıma Struma Faciası geldi.
Zülfü
Livaneli’nin Serenad adlı kitabından öğrendiğim bu hazin olayda, 790
Yahudi mülteci 12 Aralık 1941’de Romanya’nın Köstence Limanı’ndan,
Filistin’e kaçmak üzere büyük umutlarla yola çıkmışlardı.
Sanki bir
kruvaziyer gemisi konforu ile yolculuk yapacakları vaatleri ile yüksek
bedeller ödeyen bu insanları çok kötü sürprizler bekliyordu.
Yolda ikinci kez arızalanan gemi Istanbul limanına çekilmişti.
Almanya’nın da baskısı ile bu mağdur insanların karaya çıkmalarına izin verilmiyordu.
Uzun
bir süre sonra bu bozuk gemi çekilerek Şile açıklarında kötü kaderine
terk edildi ve 23 Şubat 1942 tarihinde bir Sovyet denizaltısı tarafından
1118 metreden atılan bir torpido ile havaya uçurulmuştu.
Gemideki tüm yolcular ve 10 kadar mürettebat Karadeniz’in buz gibi sularına gömülüvermişti.
Bu faciadan tek bir yolcu kurtulmuştu.
Donmasına ramak kala Şileli bir denizci tarafından kurtarılan David Stoilar.
O neşeli anda her nedense o gariban insanların çaresizliği geldi aklıma..
VE YARIŞ BAŞLIYOR
Çeşitli kornaların çıkardığı sesler yarışın başladığını müjdeliyordu.
Umman’da, 28 derecelik suyu, 20 metre uzunluğu olan bir havuzda yapmıştım antrenmanlarımı.
Doğal olarak, suya ilk atladığımda Boğaz’ın 20 derecelik, bol deniz analı, çalkantılı denizini biraz yadırgadım.
Yarışı kendi hesaplarıma göre 4.600 kulaçta, 1 saat 45 dakikada bitirmeyi planlamıştım.
Kolumuza saat takmak yasak olduğu için, deli pösteki sayar gibi kulaç sayma yöntemi geliştirdim.
800. kulaçta Fatih Köprüsü’ne varmıştım.
Solumda kalan Anadolu yakasının inci tanesi gibi yalılarını tahminimden daha hızlı geçiyordum.
2000. kulaçta enerji hattının ortasına gelmiştim bile.
Yarış öncesi bize verilen bilgilerde olduğu gibi hep Boğaz’ın ortasında yüzmeye çalışıyordum.
Bu şekilde Karadeniz’den Marmara’ya doğru akan yüzey akıntısından yararlanabilecektik.
Yüzerken sağımdan, solumdan bir çok yüzücü geçiyordu beni.
Oysa ben tek bir kişiyi bile geçememiştim.
Kimseyle yarışmadığımdan, tek hedefim salimen, yorulup yarışı bırakmak zorunda olmadan finişe ulaşabilmekti.
Salimen diyorum, çünkü 2018’deki yarışta benim yaşımda fit bir sporcu kalp krizi geçirerek aramızdan ayrılmıştı.
Herkes beni sollayıp geçtikten bir süre sonra, güvenlik botlarından biri biraz ötemden beni takip etmeye başladı.
“Abi
yarış için ayrılan süre bitti, sizi lütfen bota alalım, Boğaz’ı yeniden
trafiğe açacağız” diyecekler diye tırstığımdan, onlar beni iyi bir
yüzücü sansınlar diye tempomu elimden geldiğince artırdım.
Derken 3.000’inci kulaça geldiğimde birden yanımda Galatasaray Adası belirdi.
Bu benim finişe bir hayli yaklaştığım anlamına geliyordu.
Yarış brifinginde, Ada’dan sonra artık sahile doğru yönlenmemiz önerilmişti.
Oysa
ben bu yarışa daha önce katılan bir yüzücünün tavsiyesine uyarak
Boğaziçi Köprüsü’nün ortasını kendime kerteriz olarak alarak yüzmeye
devam ettim.
Finişin sarı dev balonları sağımda belirince de sahile doğru yönlenmeye başladım.
Önceki bölümde akıntının etkisi ile hızla ilerlerken burada bir türlü istediğim hızla yüzemiyordum.
Gerçek yarış burada başlamıştı.
Ters akıntı da olsa, gökten kurbağa da yağsa ben artık bu yarışı bitirmeye kararlıydım.
Giderek müzik seslerini, mikrofondan gelen anonsları duymaya başladım.
Son bir gayret ile iskelenin merdivenine yapıştım.
3.640 kulaçta, 1 saat 17 dakika 40 saniyede yarışı tamamlamıştım.
Kaygan ve sallanan yapay iskelede apalayarak yürüdükten sonra nihayet karaya çıktım.
Kaçta geleceğimi soranlara, onları fazla bekletmemek için 11.45’den önce gelemeyeceğimi belirtmiştim.
Oysa saat 11.18 gibi karaya çıkınca ilk anda beni pek karşılayan olmadı.
Denize dönüp baktığımda denizde daha yüzlerce sporcu olduğunu farkettim.
Ben yarışa sonuncu olurum nasıl olsa diye çok rahat hazırlanmıştım.
Meğer ben 899 kişiden daha hızlı yüzmüşüm.
60-64 yaş kategorisinde yarışan 58 yüzücü arasında da 29. olmuşum.
Genel klasmanda ilk iki sırayı, erkek sporcuları geride bırakarak iki genç kadın yüzücü aldı.
Bu yarışma tarihinde bir ilkmiş sanırım.
Sonuncu yarışmacı iki saat sekiz dakika sonra çıktı sudan.
171 yarışmacı yarışı tamamlayamadı.
SADEDE GELECEK OLURSAK..
Yüzmeyi çok mu severim? Hayır..
İnsan yüzerken, yürürken günlük işlerini düşünmeyi sürdürebiliyor.
Günlük sorunlar sizinle birlikte yüzüyor, yürüyor.
Dolayısı ile ben hep top ile yapılan sporları sevdim.
Top çok bencildir, kendisinden başka birisi ilgilenmene asla izin vermez.
Yine de, bir çakma yüzücü olarak katıldığım bu yarıştan çok keyif aldım, heyecanlandım.
Bu keyfi yaşamak paha biçilemez bir deneyimdi benim için.
Bir sonraki hedef; Muscat’da yapılacak olan Yarı Ironman Triatlon takım yarışı..
Emeği geçen herkese teşekkür eder, hepinize bu emsalsiz heyecanı deneyimlemenizi öneririm..
Tunç Müstecaplıoğlu
24.07.2019