Bu aralar iş bahanesiyle leylekle beraber havalardayım. Son yolculuğumda leylek yoktu. Çünkü Norveç’teydim. Bir otelimize iki yıldır bol miktarda gelen, zarif, güleryüzlü, sorun çıkarmaya niyetsiz Norveçliler, acaba evlerinde nasıldılar? Şimdi size bunları, Abba’nın otuz yıllık klasiklerini dinleyerek yazacağım.
Isveç ve Danimarka ile birlikte İskandinavya’yı oluşturan Norveçliler (Finlandiya’yı İskandinav’dan saymıyorlar) hayli varlıklı. Dört buçuk milyon nüfusa yetip de artacak üretimleri, kaynakları var.
İsveç
ve Danimarka ile balık avlama sınırları belirlenirken, kendilerine
düşen deniz parçasının altından petrol piyangosu çıkınca Norveç’in
kaderi değişivermiş. Buna, doğal gaz (Rusya’dan sonra dünyada
ikinciler), balıkçılık, aluminyum, elektrik, mermer de eklenince, ikinci
dünya savaşı sonrasının bu yoksul ülkesi, varlıklı ülkeler sınıfına
girivermiş.
Danimarka ve İsveç yönetimi altında yüz yıllarca
yaşayan Norveç halkı, 17 mayıs 1905’de, Ali Sami Yen’in, bu da nereden
çıktı şimdi, Christian Michelsen’in (onların Atatürk’ü gibi) sayesinde
kansız bir devrimle İsveç’ten ayrılmış. Bu tarihte Alanya sokaklarında
ellerinde bayraklı Norveçlileri görmüşsünüzdür belki. İşte 17 mayıs
onların Kurtuluş bayramı.
Aynı yıl, Danimarkalı bir prensi, seçimle iş başına getirip kendilerine kral yaparak dünyada bir ilki gerçekleştirmişler. Kralın yetkileri İngiltere kraliçesi gibi engin değil. Ülkeyi güçlü, demokratik bir parlamento yönetiyor.
Antalya’nın
36 derece sıcağından sonra, Oslo’nun 13 derecesi C vitamini gibi geldi.
Güneş 22.30’dan önce batmıyor bu aylarda. Yine de bulvar kafelerinde
ısıtıcısız oturmak zor. Hatta üşüyen omuzlara kalın renkli şal
servisleri var.
Güneşi gören, kertenkele gibi atıyor canını, çimenlere, sokaklara.
Japon,
İtalyan, Alman, İngiliz turistler çoğunluğu oluşturuyor. Neredeyse
herkes bira içiyor. İç mekanlarda, buna gün boyunca futbol maçları
izlenen futbol pubları da dahil, sigara içmek yasak. “Sigara Öldürebilir” yazılı paketlere rağmen sigara tüketimi had safhada.
ADETA BİR HAMİLELER CENNETİ..
Hükümet,
nüfusu gençleştirmek için çocuk başına yüklü bir para ödüyor. Hem anne
hem de baba, doğumdan önce ve sonrayı kapsayan bir yıl boyunca bebeğe
bakabilmek için izin alabiliyorlar. Maaşları eksiksiz ödeniyor
kendilerine. Dolayısıyla çevre hamile kadın doluydu. Eğer bizde böyle
bir destek verilmeye kalkışılsaydı, kısa sürede nüfus ibresi yüz milyonu
vurabilirdi. Buna rağmen 4.5 milyonluk nüfus bir türlü atrmıyor.
“Amerika’yı yeniden keşfe gerek yok”
diye sinir bir özdeyiş vardır. Taklitçilerin başucu lafıdır. Acaba
Amerika’yı gerçekten de Columbus mu keşfetmiştir? İşte Norveçliler’in
buna itirazı var. Çünkü kendi atalarından olan Leif Eriksson, Columbus’dan tam 491 yıl önce, yani İ.S. 1001’de Amerika’ya ulaşmış. O da, başka bir yer ararken yolunu kaybedip varmış, ama bu tarihi gerçek de artık kanıtlanmış.
Norveçli
bir baba ve İzlandalı bir anadan olma bu eski Viking, şu sıralar iki
ülke arasında zor paylaşılıyormuş. Yine o yıllarda, İ.S. 800-1100
yılları arasında, benim gölde giderken batırabileceğim teknelerle
Vikingler tüm dünyanın korkulu rüyası olmuş. Norveç kökenli bu iri kıyım
korsanlar için bu günkü İstanbul, ulaşılması kutsal olan bir şehirmiş.
HER YER GÖCEK, HER YER ÖLÜ DENİZ..
Neyse
ki suları buz gibi. Yoksa bu güzel dağlar, fiyortlar ve doğa, bütün
turistlerimizi çekiverirdi ülkesine. Koskoca Transatlantikler fındık
kabuğu gibi kalıyor Norveç’in iç denizlerinde. Üç bin kilometre
sahilleri var.
Bazı sığ koylarını, denize de girilebilsin diye,
yirmi beş dereceye kadar ısıtabiliyorlar. Bizim üç yüz güneşli günümüze
karşın onların da bu rakama yakın yağmurlu günleri var. Bu yağış,
mükemmel bir doğa zenginliği kazandırmış. Balina, fok, kutup ayısı gibi
herkesin ilgisini çekecek canlılara ulaşmak hiç de zor değil.
Döviz
fazlaları çok, ama sıcak denizleri yok. O nedenle, üç buçuk saatlik bir
uçuşla sıkça Antalya’ya geliyorlar. Dönüş yolculuğunda yanıma iki
liseli genç kız oturdu. Son dakika satışıyla Antalya’ya geliyorlardı.
Kaça geldiklerini duyunca inanamadım.
BATAN GEMİNİN MALLARI BUNLAR..
Kızlar
henüz nerede kalacaklarını bilmiyorlardı. Onlar için pek de önemi yoktu
bunun zaten. Bir hafta, üç yıldızlı bir otelde, sadece yatak, gidiş
dönüş uçak bileti dahil, 2.000 Norveç Kronu’na bir tatil satın
almışlardı. Yaklaşık 250 Euro yani. Oysa ben, sadece gidiş-dönüş uçak
bileti için 620 Euro ödemiştim. Bu seyahat, 15-22 ağustos 2005
tarihlerini içeriyordu genç kızlar için. Hesabın içinden çıkanınız
olursa bana bir anlatsın lütfen..
İki sandviç, iki kolanın 30
Euro’ya satıldığı Norveç için bir cennet olmalıyız. Üç buçuk saatte, 36
derecelik bir güneşe ve 29 derecelik bir denize ulaşabiliyorlar. Giderek
artan miktarlarla konut satın alıyorlar.
İşsizlik yüzde dört
oranında. Hükümet, işsiz kalanlara iki yıl boyunca son aldığı maaşı tam
olarak ödüyor. Devlet daha da güçlenince kimse çalışmayacak gibime
geliyor. İnternetten, aylık ihtiyaçlarını, yapmak istedikleri
hobilerini, görmek istedikleri ülkeleri bildirecekler. Devlet de
vatandaşlarının hesaplarına talep edilen miktarı havale edecek.
Gülmeyin, ben böyle fantastik bir son bekliyorum Norveç’de.
Trafik
kazaları, ağır cezalardan dolayı yok denecek kadar az. Dünyada kişi
başına en fazla kitap satın alınan ülke Norveç. İç borç, dış borç falan
sözlüklerinde yok. Büyük bir döviz fazlası var. Yurt dışında yatırımlara
yönleniyorlar.
Pek öyle öpüşken değiller. Belçika ve
Hollandalılar’daki yanaktan üç kez öpme, bizdeki gibi iki yanağı
vantuzlama onlarda yok. Gerekmedikçe sadece el sıkıyorlar. Samimi
olduklarının yanağına hafif ve tek bir buse konduruyorlar. Beni öpen
falan olmadı, dedikoduya gerek yok. Oslo limanında otururken
gözlemlediklerimi anlatıyorum.
NORVEÇ’TE BALIK BIRAKMADIK..
Tüm seyahatimizi çok özel kılan bir Norveçli ağırladı bizi. Jarle Avlöyp,
bir Türk avukatla evli. (Hale hanım) Artık Türk konukseverliği mi geçti
kendisine bilmiyorum. Ancak, yaşantımı bu kadar kolaylaştıran bir başka
yabancıyla tanışmamıştım daha önce. Balina etinden, geyik sütüne kadar
ikram etmedik şey bırakmadı bize.
Fiyortlarda balığa da götürdü
bizi. Öyle çok balık tutmuşuz ki, bir ara tekne batar mı diye
endişelendim. Avladığımız balıkların, yengeçlerin, adet ve kilolarını
vermek alçakgönüllüğe sığmayacağından detaya girmiyorum.
YENİ TERMİNAL Mİ ?..
Giderken
yine üzdü bizi. Modern havalandırmalar, ses düzeni, şık dükkanlar
Avrupa düzeyinde. Tuvaletler ise kurtarılmış bölge. Üç günlük taze
havalimanının tuvaletleri bu kadar mı pis olur? Eski terminaldeki
tuvaletler de Allah’a emanettiler. Ya kağıt havlulukda kağıt havlu
olmaz, ya otomatik el kurutma makineleri çalışmaz. Ya da her ikisi
birden ofsayttır.
Yeni terminalde bunlar mevcut. Ancak tuvaletin
içi sigara içme odası haline getirilmiş. Gergin tiryakiler, daha önce
içmedikleri kadar içiyorlar içeride. Pisuarlar, küllükler, yerler, her
yer sigara izmariti doluydu. Kısa bir tuvalet ziyaretinde, yarım paket
içmiş kadar olunabiliyor. Oranın sorumluları, haydi, kıpırdayın biraz.
Böyle havalimanları, Rusya’nın yoksul bölgelerinde bile kalmadı artık..
Tunç Müstecaplıoğlu
15.08.2005