Ama öyle sosyal sırıtmaları sormuyorum.
Hani şu, formal, mesafeli, “ya öyle mi” ile biten maskeli gülücükleri de kastetmiyorum.
Ne sıklıkta doyasıya gülebiliyorsunuz? Kahkaha atarak, gözünüzden yaş gelene kadar.
“Artık sus lütfen, katılıp kalacağım gülerken sonunda” demeyeli ne kadar oldu?
Benim de kendimden geçercesine gülmeyeli ne kadar uzun zaman olmuş meğerse.
Bunu, Ata Demirer’in yeni gösterisinde anladım.
Ondan önce de, Cem Yılmaz’ın CD’sine çok gülmüştüm.
İçten gülebilince, hormonlarımın da içi gülüyor adeta.
‘İki gülmek bir brokoli’ diye bir özdeyiş mi vardı?
Gülme efektli o berbat sitkomlara alışamıyorum bir türlü.
Her cümlenin ardından gelen sanal gülmelere nasıl da gıcık oluyorum.
‘işte tam burada gülünecek’ diye eğitim alıyormuşum gibi hissediyorum kendimi..
Adeta biri zorla ayaklarımın altını gıdıklıyor gibi oluyor.
Oysa, Yılmaz Erdoğan ile Demet Akbağ’ın birlikte oynadıkları “Haybeden Gerçeküstü Aşk”ta hiçbir zorlama olmadan kahkahalar kopuyor.
Tam bin yüz kez duraklıyor oyun kahkaha çınlamalarıyla.
Geçenlerde Cem Yılmaz’ın CD’sini annem ve babama izlettim.
Annem gülme becerisini hiç kaybetmemiş, hemen adapte oldu.
Ancak babam başlarda hayli zorlandı.
Uzun bir süredir, sadece Galatasaray’ın gollerine gülen babam, farkında olmadan yirmi dakika kadar direnç gösterdi.
Sonra bolca güldük hep birlikte.
Bazı dostlarım yeni mizah ustalarına hayli tepkililer.
Ortak suçlamaları da, “Sürekli belden aşağı şakalarla seyircileri oyalıyorlar”
Bence, argo kullanılan bölümler toplam gösterinin yüzde onunu bulmaz.
Ayrıca, kullandıkları ayıpça sözleri ilkokul çocukları bile biliyor günümüzde.
Çok sevdiğim Metin Akpınar, geçenlerde katıldığım bir söyleşisinde daha da ileri giderek şunları söylemişti:
‘gidip izlemeyin bunları, gitmeyin ki bu tuhaf mizah anlayışı ülkemize yerleşmesin’
Oysa ben kendisini nasıl da severek Devekuşu Kabare’de izlemeye giderdim.
Haldun Taner’in metinleri nasıl da güzeldi.
Sonra onları izleyemez oldum.
Ferhangi
Şeyler oyunu ve ‘İngilizce Bilmeden Hepinizi I Love You’ adlı kitabı
ile ile kendisine hayran olduğum Ferhan Şensoy’a da tahammül edemiyorum
artık.
İnşallah okumazlar bu yazdıklarımı ama duygularım böyle.
Benim mizah anlayışım mı değişti, yoksa onlar mı kendilerini yenileyemediler onu da bilemiyorum.
Mizah konusunda engin bir deniz gibidir ülkemiz.
Aziz Nesin, Rıfat Ilgaz bu topraklardan fışkırdılar.
Cemal Nadir, Ramiz, Ali Ulvi, Turhan Selçuk, Semih Balcıoğlu, Bedri Koraman, Oğuz-Tekin Aral Anadolulu karikatür ustaları.
Akbaba, Gırgır, Fırt dergileri ile büyüdük.
Bizleri hem bolca güldürdüler, hem de bize özgün yorum yetenekleri kazandırdılar.
Zamanında
haftalık tirajı 350.000’i bulan 1972 doğumlu Gırgır, formda döneminde
1952 doğumlu Amerikan Mad ve 1922 doğumlu Sovyet Krokodil’in hemen
ardından dünyada en fazla satılan üçüncü mizah dergisi idi.
Hey gidi
günler hey, o yıllarda Aral kardeşler çizer, dönemin savcıları da
şakaların arasında 141 ve 142’nci maddeye aykırı noktalar ararlardı.
Yakın gözlüğü kullanmaya başladıktan sonra mizah dergilerini ender okur oldum.
Leman, Lombak, Penguen, Uykusuz dergileri ile pek tanışmıyoruz dolayısıyla.
Ama e-posta dostlarımla birlikte, neredeyse bir Yiğit Özgür hayran kulübü kuracağız.
Kardeşim Murat, Cem Yılmaz’ı ilk kez izledikten sonra şöyle demişti:
“abi müthiş bir adam bu, keşke mümkün olsa da klonlanabilse”
Beni güldüren herkese, öyküye, karikatüre, gösteriye, bana bir şeyler öğreten insanlara duyduğum saygının aynısını duyarım.
Haydi, kaşlarınızı gevşetin biraz.
Hem böylece alın kırışıklıklarınız da azalır.
Gülmeyi, kahkaha atmayı hatırlayın yeniden.
Özgürce, hesapsızca gülebilen bebekler gibi koyverin neşenizi dışarıya.
Emin olun, bulaşacaktır doğal neşeniz kısa sürede çevrenize..
Tunç Müstecaplıoğlu
03.08.2008