Biz niye araç kullanmasını bir türlü beceremiyoruz dersiniz?
Antalya Hash House Harriers üyeleri ile orman içinde yürüyüş, müzik, yemek, dans derken harika bir Pazar geçirdim.
Dönüş yolunda rastladığım bir-iki sürücü canımı sıksa da günün güzel tarafları baskındı.
Yüz yirmi kilometre hızla giderken yolun orta çizgisini tekerleklerinin
ortasına alarak ilerleyen beton kamyonu bile canımı yeterince sıkamadı.
Başka bir ülkede yaşıyor olup da, Türkiye’de trafiğe ilk kez çıkmış olsaydım şaşakalırdım herhalde.
Ne de olsa bu memleketin çocuğuyuz.
Her türlü absürd sürüş tekniklerine şerbetliyiz.
Hatta, az önce ormanın içinde birlikte eğlendiğimiz bir doğasever de asfalt yola inince hafiften üşütüverdi.
Yukarıda anlattığım beton kamyonu, son hız bir başka kamyonu sollarken o üçüncü şeritten her ikisini de solladı.
Karşıdan gelen araç canını zor attı yolun kenarına.
Ünlü bir komedyenimiz anlam veremediği buna benzer bir durumu şöyle özetlemişti:
“Yahu
aslında aynı oksijeni soluyoruz. Ancak oksijen bunların burnundan içeri
girince nasıl bir reaksiyona neden oluyorsa adamlar değişiveriyorlar.”
Sonra şehre gelince, bu kez de “Antalya Büyükşehir Belediyesi Özel Halk Otobüsü”nün çok özel bir davranışına tanık oldum.
Bir yetkili ilgilenir diye tarih, saat ve plaka da vereceğim.
10 Aralık pazar günü saat 17.45’de 07 ARV 018 plakalı otobüs,
(kenarında yazan numarası 218 idi) ben kırmızı yanmış trafik ışıklarına
doğru yavaşça ilerlerken, önce beni sanki bir bisiklet kullanır gibi
koca kıçıyla solladı, sonra da hemen önümde durdu.
Zor da olsa, direksiyonu çarpmamak için hızla kırıp frene basarak durabildim.
Sonra, Azrail adayımı ilgiyle takip etmeye başladım.
Duraklara, sanki tramola atan bir yelkenli gibi yanaşıp, yolcular indirdi, bindirdi.
Takip ettiğim iki kilometre boyunca dört kırmızı ışıkta geçti, hayli de hızlıydı.
Toprağı bol olsun, ünlü gazete ve dergi ustalarından Ercan Arıklı’yı da böyle bir maganda aramızdan alıvermişti.
Maganda kardeşim, sen üzerine alınma lütfen, ben iki saat daha dolaşsaydım birkaç magandaşını daha yazabilirdim.
Sen ayılığın sadece bir simgesisin.
Sizler, bizim çocuklarımız dahil tüm sevdiklerimizi taşıyorsunuz, üzmek ister miyim seni ben hiç.
Senin koca gövden önümden gidince, başarılı başkan Türel’in gülümseyen yüzü beliriverdi karşımda. “Özlenen Antalya için çalışıyoruz” gibi bir şeyler diyordu.
Çalışıyor gerçekten de.
Sel sularına, trafik sıkışıklığına, şehrin imajına katkı için koşturuyor adamcağız.
Oysa biz senin gibi ayıları hiç özlemiyoruz ki.
Bu karambolde senin gibi sokak eşkıyalarına zamanı kalmıyor sanırım.
Neyse ki, acente ve şehirlerarası yolcu taşıyan otobüslerde senin gibi şoförler pek kalmadı.
Kalanları da hata yaparken gördüğümüzde açıyoruz telefonu firmaya, anında cezalandırıyorlar.
Senin, bisiklet gibi sürmeye kalktığın o birkaç tonluk aracı kullanacak şoförden bolca mevcut etrafımızda.
Ercan Arıklı, Adalet Ağaoğlu gibiler ise zor yetişiyor bu çorak topraklarda.
Çarpıp öldüreceğin insanları yeniden getirmeye kimsenin gücü de yetemiyor.
Ya da onlar gittikleri limanda mutlular ki dönmüyorlar.
Şimdi on paralık kuantum fiziği bilgimle örnekler vermeye çalışacağım, ama ne ben anlatabileceğim ne de sen anlayacaksın.
Sorsam, eminim sen de trafik canavarlarından falan şikayet edersin değil mi?
Oysa o sensin be magandam..
İşin en fenası, trafik açıldıkça senin hızın da artacak.
Nedir aceleniz, programınızı da bilmiyorum.
En hızlı gidene ek prim falan mı veriyorlar?
Yoksa sen de benim gibi maça mı yetişmeye çalışıyordun?
Yollar, keşke sadece senin gibi özel halk canavarları ile sınırlı kalsa.
Caddelerdeki hız ve ritim öylesine yüksek ki.
Gencecik kızlar bile rüzgar gibi gidiyorlar.
Şehir içinde elli kilometre hız sınırı palavrası var bir de.
Mangal gibi yüreği olanlar geçebiliyorlar ancak karşıdan karşıya.
Refüjlere konan peyzaj bitkileri de yayaların işini iyice zorlaştırıyor.
Endişeli gözlerle palmiyelerin arasından trafiğin akışına bakan yaşlıları görüyor musun sen de ara sıra yollarda.
Kendini iyi hissetmediğin bir gün karşıdan karşıya geçmeyi denedin mi hiç?
“Yaya, hayvan ve araçların ortaklaşa kullandıkları ulaşım yollarına trafik” denir gibi bir şeyler hatırlıyorum.
Külliyen yayan.
Güçlü olan yolu alır olacak doğrusu.
TIR,
kamyon, otobüs, kamyonet, midibüs, minibüs, taksi, özel otomobil,
motosiklet, bisiklet, yaya diye de bir siklet sıralaması yapabiliriz.
Trafik zincirinin en zayıf halkası, ölüme en yakın olan yayalar ne yazık ki.
Çarpınca ölüveriyor dayanıksız zavallıcıklar hemencecik.
İlk tasarlandıklarında henüz üst siklettekiler olmadığından fena sayılmazdılar doğada.
Ağır sikletleri tasarlayanların narin yayalar olması da bir başka tezat aslında.
Yüz yıl kadar önce, ilk ölümlü trafik kazasının ardından kamuoyu ayaklanmış:
“Bu üzücü olay asla bir daha tekrarlanmamalı” gibi demeçler verilmiş.
Çarpan nasıl çarparsa çarpsın adına kaza deniyor ne yazık ki.
Yaya isen, ölmemek için yerdeki birikintiden su içen serçe pimpirikliğinde olacaksın özet olarak.
Yoksa, çok haklı olarak yukarıdan izlersin aşağıda olup bitenleri…
Tunç Müstecaplıoğlu
11.12.2006