Hrant Dink'in ardından yorum yazmayan bir ben kalmıştım.
Eksik kalmayayım diye oturdum ben de yazıyorum işte.
Nobel edebiyat ödüllü Kolombiyalı yazar Gabriel Garcia Marquez'in 1981'de yayımlanan, benim de çok severek okuduğum "Kırmızı Pazartesi" adında bir romanı vardır.
1951 Kolombiyası'nda bir kasabayı anlatır o romanında Marquez.
İki
maço ikiz erkek kardeş, kız kardeşlerine tecavüz ettiklerini sandıkları
köyün delikanlılarından Santiago Nasar'ı öldürmeye karar verirler.
Neredeyse tüm kasaba halkı bu fuzuli ve taammüden cinayetten haberdardır.
Ancak ikizlerden korkularından, ne dur diyebilirler ne de Santiago'yu uyarabilirler.
İki belalı ikiz, Santiago'nun yolunu aniden keserler.
Neden sıkıştırıldığını tam da anlayamayan kurban evine doğru kaçmaya başlar.
Tam bahçe kapısından içeri girecekken, onun geldiğini görmeyen annesi kapıyı oğlunun yüzüne kapatır.
Ve Santiago, evinin yanıbaşında bıçak darbeleriyle hunharca öldürülür.
Kitabın yayımlanmasından altı yıl sonra, yani 1987 yılında İtalyan yönetmen Francesco Rosi tarafından filmi de çekilmişti.
Kızkardeş rolünde oynayan Ornella Muti'nin Santiago rolünü oynayan Anthony Delon'un öldüğünde attığı "Santiago" çığlığı hala kulaklarımdadır.
Hrant Dink'in kızının babasının cesedine bakarken attığı çığlık ve döktüğü gözyaşlarını da silemiyorum hafızamdan.
İkisi arasında şöyle bir fark var
Kitaptaki öyküde Santiago öldürüleceğinden habersizdi, Hrant Dink ise katledileceğini biliyordu.
Aynı Uğur Mumcu ve diğer gazeteci, bilim adamları gibi.
"Kanlı Cuma"da işlenen bu son cinayete emniyet güçleri de karışmış gibi.
Yani,
birinci görevi biz vatandaşlarının can ve mal güvenliğini korumakla
görevli, adına da devlet denen, bizim iyiliğimiz, refahımız için kurulan
bu organizasyonun, bir ya da bir kaç kurumu da bu işten haberdar.
Emri verenlerin muhtemelen bir çoğu cenaze konvoyundaydı.
Yüzlerinde yapay bir üzüntü ifadesi, içlerinde ise "başardık" coşkusu.
Bir açık oturumda eski bir istihbarat yöneticisine şöyle soruldu:
"800.000
kadar subay, ast subay, asker, 400.000 kadar emniyet elemanı, on
binlerce istihbarat çalışanı varken, neden hala iç ve dış eylemlerinizde
interpol tarafından kırmızı bültenlerle aranan suçluları kullandınız?"
Şöyle cevapladı boyalı saçlı emekli ağabey: "Ortada
bir yangın varken, dışarıdan gelip de elinde bir kovayla yangını
söndürmeye çalışanlara neden, 'dökme o suyu' diyelim ki? Eğer dinliyorsa
şu anda koğuşunda beni, Alaattin Çakıcı'nın yanaklarından öpüyorum."
Konuşmalarının sırası tam böyle olmayabilir, ama bende bıraktığı sıralama böyleydi.
"İyi de, gezgin harici itfaiye ekibine kırmızı pasaportlarını kim temin ediyordu?" sorusunun cevabı ise gargaraya geldi.
ASALA ve diğer suç örgütlerinin kökünün kazınmasına hep birlikte sevindik.
Ancak o eylemlerde, aranan suçluların kullanılmalarının bedelini sonrasında hep birlikte ödedik.
Hesabın kolayına kapanacağını da ummuyorum.
KILL HIM
Öldürme emrini kim veriyor?
Sonrasında korunacağının garantisini nasıl alıyor?
Katil, kendisiyle hatıra fotoğrafları çekileceğini önceden biliyor muydu?
Yoksa kendisine sürpriz bir parti mi düzenlemişler?
Bu eylemin ülke yararına olacağını kim belirliyor?
Azınlıklara iyi davrandığımız palavrasına kuzgunlar bile inanmıyor artık.
Cinayeti protesto etmek için cenaze konvoyuna binlerce insanın katılması ne güzel.
Ancak, bir kaç gramlık tek bir mermi bile insanın canını almaya yetiyor.
Katilin yandaşları üzgün kalabalığa bakarak içlerinden, "yürüyün bakalım, ense traşınız görünsün, atı alan hatıra filmi bile çektirdi, anca gidersiniz" demiştir muhtemelen.
Ilımlı yazar Hrant bey mezarda.
Pusu gelenekli memleketimin taşeron katili ise kahraman.
Adaletin bu mu dünya?
TURİZME ETKİSİ Mİ ?
En
başarılı tanıtım filmini saatlerce dünya televizyonlarında döndürseniz,
en önemli fuarların tüm alanlarını enfes dekorlarla bezeseniz de, Hrant
Dink'in Istanbul'un en işlek caddelerinden birinin kaldırımının
ortasında, üzeri örtülü, ayakkabısının tabanı delik cesedinin yarattığı
olumsuz havayı zor silersiniz.
Turizmcilerin devletten en büyük beklentisi ülkenin olumlu imajını geliştirmesidir.
Ne
kuşların grip olması, ne Avrupa orta kesiminin giderek yoksullaşması,
ne de o salak karikatürler, bu kadar zarar veremez dışarıdaki
yansımamıza.
Hrant Dink, benim gibi bir çok insan tarafından sevilen, içimizde yaşayan farklı bir sesti.
Böyle bir adam, ancak toplumda infial yaratmak için öldürülebilir.
Orhan Pamuk'u da gönderecekler fırsatını bulsalar öte tarafa.
Farklı sese çoğunluğun tahammülü yok.
Anamızı, babamızı seçemediğimiz gibi, doğacağımız ülkeyi de seçemiyoruz ne yazık ki.
Başka bir ülkeye de özendiğim yok aslında.
Ama, bu canilerle aynı havayı soluduğum ve bu anlamsız cinayetlere engel olamadığım için utanıyorum.
Tunç Müstecaplıoğlu
08.02.2007