Lost dizisinin en yeteneksiz oyuncusu Josh Holloway (1969) geçenlerde Magnum dondurmalarının reklam çekimleri için Istanbul’daydı.
1.88 m boyundaki sarışın Amerikalı dizi oyuncusunu kıskandım da bunları yazıyorum sanmayın lütfen.
Diziyi seyredenler şahidimdir, gerçekten kötü oynuyor adam.
Bir Türk hanımefendisi kendisine sevişme teklifinde bulunmuş.
O da evli olduğunu hatırlatarak kibarca reddettmiş.
Basının önübaşında (bu lafı şimdi uydurdum artık yerseniz) yapılan bu cüretli teklif beni üç yıl öncesine götürdü.
Elisabeth Hurley (1965) ki biz ona kısaca Lis deriz, yine Magnum çekimleri için Türkiye’ye gelmişti.
Güzel kadındır tanırsınız.
Jacqueline Bisset (1944), Ornella Muti (1955)’den sonra üçüncü güzel bulduğum film sanatçısıdır.
Kadınların çok umurundaymış gibi sıralıyorum ama idare edin işte.
Yılmaz Perk ağabeyim de Sophia Loren (1934) der başka kadın adı anmaz.
Geçenlerde bir hayalini anlatıyordu.
- keşke Sopia Loren’le şöyle uzunca bir tatile çıkabilsem diyorum.
- Abi kadın 74 yaşına geldi, siyatik, romatizma derken yorar sizi tatilde.
- Sana ne be Tunç, ben daha Sophia fantezimi gerçekleştiremedim ki..
Lis Hurley’in adını, ilk kez yakışıklı eski kocası Hugh Grant (1960) dolayısıyla duymuştum.
Hani adam profesyonel bir zenciyle oral seks fantezisi yaparken yakalanmıştı ya.
Olayla ilgili olarak, “şu güzelim kadın, bu maymunla mı aldatılır” gibi seviyeli haberler okumuştuk.
Ben ise adamın cesaretini takdir etmiştim.
İri yarı, hem de hiç tanımadığı bir kadınla arabanın içinde bu işi denemek, akıllı adam işi değildi sanki.
Kadın celallenip tümünü mideye indirse yedeği de yok hani.
Bir de üstüne para vererek hem de.
Şu Amerikalılar’ın işine akıl sır ermiyor doğrusu.
Neyse ben yine konuma döneyim.
2005 mart ayıydı sanırım, Bahadır Karataş aradı beni.
Bahadır’la 1984 yılından tanışırız.
O yıllarda sevgilisi Aysel’le otostopla Türkiye’yi gezmeye karar vermişler.
Bir otelin önünde araç beklerken, otelin şef animatörü Fransız Serge bunları seyahatten vazgeçirip animatör olarak işe almıştı.
İşte ben de o otelde (Club İncekum) dükkan işletiyordum.
Nasıl başarılıydılar anlatamam.
West Side Story adlı müzikali o uyduruk sahnede nasıl da başarıyla oynamışlardı.
Bahadır, o yıllarda Sinema&Televizyon okuyordu.
Şimdi de reklam dünyasının mutfağının yıldızlarından.
Lis Hurley’in reklam çekimleri de ona kısmet olmuştu.
O yıl beni aradı.
- Tunç sizin Göcek, Kaş civarlarında oteliniz var mı?
- yok, ne olacak.
- Magnum çekimleri için gelmiştik de, neyse ben bir bakayım seni akşama yine ararım.
Akşam telefonu bir de güzel daveti içeriyordu.
- yer bulduk, hadi atla gel, Lis’e senden bahsettim tanışmak istiyor, hem biraz laflarız.
- yok be Bahadır, benim akşama tenis maçım var. (şımarıklığa bir bakın hele)
Sonra ne mi oldu?
Buluşamadık ne yazık ki.
Artık,
basiretim mi bağlandı, “ben güzele güzel demem güzel Hugh’ün
olursa”diye mi zırvaladım, yoksa yol mu gözümde büyüdü ne siz sorun ne
de ben söyleyeyim.
Bahadır sonra çekim fotoğraflarını yolladı
(karıştırmayın diye dip not veriyorum, sakallı pejmürde kılıklı olan
Bahadır, beyaz bornozlu olan ise Lis)
Sanatsever Türk halkındaki bakışlara dikkatinizi çekerim.
Suratlarda, “abi karıda ne sanat var be” bakışı hakim, kirpiklerden ise sperm damlıyor.
Sanki kadıncağız dondurma reklamı çekmeyecek de az sonra emekli basketçi Michael Jordan’la (1963) sevişecek.
Öylesine heyeceanlı bir bekleyiş var.
Bakar mısınız, Lost’un Sawyer’inin bir Türk kadınını reddetmesi beni nerelere götürdü.
Hey gidi günler hey..
Tunç Müstecaplıoğlu
26.04.2008