Yok yok döviz artışı felaketinden filan bahsetmeyeceğim. Adı konmamış % 40 devalüasyon falan da muhtemelen dış mihrakların bir oyunudur yine bize. Her yanı güllük gülistanlık ülkemizi kıskanıyorlardır elbette.
Her yanı güllük gülistanlık ülkemizi kıskanıyorlardır elbette.
Ben olumlu, teknolojik anlamda “daha neler gelecek acaba başımıza” demek istedim.
25 yıl kadar önce, ‘acaba e-mail de ne işe yararmış’ diye soruyordum kendi kendime.
Hem e-mail’i olan hiç arkadaşım da yoktu o yıllarda.
Şu
anda bir holdingte üst düzey danışman olarak çalışan eski bir
arkadaşıma, 1970’li yıllarda teleks makinesini ithal ruh çağırma cihazı
diye yutturmuşluğum vardır.
Yani teknolojiye adaptasyon zorluğu konusunda hiç de yalnız değildim.
Oysa
daha dün annemin 83 yaşındaki çocukluk arkadaşı Gülen abla Outlook’tan,
“oğlum nasılsın hiç sesin çıkmıyor bu aralar” diye mesaj yolladı bana.
Gerçi o sadece soruyor, benim cevaplarımı okumuyor ama olsun, iletişim seçenekleri aldı başını gidiyor.
Kardeşim hala Facebook’a karşı direniyor, bakalım daha ne kadar dayanabilecek.
Akıllı telefonla ilk tanışmam da 14 yıl öncesine dayanıyor.
Sorumlu olduğum oteller arasında gezerken, elimde koskoca bir bloknotla dolaşıyordum o tarihte.
Her otel ve departman için farklı sayfalarım vardı, notlarımı sayfalara yazıp, sayfa doldukça yırtıp yeni sayfalar açıyordum.
Kendimce düzenliydim ama işçiliği çok fazlaydı.
Derken
bir gün otelimize Kanada’da yaşayan bir arkadaşım geldi, beni haşır
huşur sayfalarımla boğuşurken görünce ne yaptığımı sordu.
Sonra kendisinde olan Treo markalı telefonuyla bu notları nasıl tutabileceğimi anlattı ve bana telefonunu hediye etti.
O ülkesine döndüğünde, yeni oyuncağı gelmiş bir çocuk kadar sevinçliydim.
İlk başlarda dolma parmaklarımla yalan yanlış bassam da, hata oranımı yıllar içinde epey azalttım.
Şimdilerde her işimi akıllı telefonumla halleder oldum.
Elektronik
posta, mesaj, radyo, maç izleme, Google’dan her türlü bilgiye ulaşma
kolaylığı, gazete haberleri, fotoğraf, film, döviz kurları, sözlük, hava
durumu, ülke saatleri, alarm, Facebook, Tango, Viber, Shazam, ülke
detayları, Skype, özel günleri hatırlatmalar, ve de en önemlisi Notlar..
Bunlar sadece benim kullandıklarım, akla gelen, gelmeyen binlerce uygulamalar ile bir tür elektronik Okyanus bu.
Notlar bölümüne ayrı bir paragraf açmam lazım, çünkü yıllar içinde her haltı not etme gibi bir psikolojik arızam gelişti.
Altı bine yakın not biriktirmişim şimdilik.
Alışverişten, bütçe özetlerine kadar yok yoktur telefonumda.
Çalınır, kaybolur endişemle de elektronik tanrısı iCloud’la ilişkim her daim sağlamdır.
Bulutların arasında her türlü verim saklanır.
Yok
‘Amerika benim özel notlarıma erişirmiş’ falan da hiç umurumda değil,
koskoca jandarma ülke onca uluslararası müzevirliği bırakıp benim
mütevazı notlarımla mı uğraşacakmış, pöh..
Şimdi bunlar nereden mi geldi aklıma, şarjım bitti de.
Telefonumla
bir süreliğine oynayamayacağım için, oturdum Muscat havalimanındaki
Irish Pub’a, aldım elime eski günlerdeki gibi kalemi kağıdı,
çiziktiriyorum.
Yoksa, haber siteleri, Facebook geyikleri, e-mailler derken oturup anılarımı yazmaya zamanım olmuyor.
Herkesin elinde farklı boyuttan bir telefon, kimse birbirinin yüzüne bakmıyor.
Buna ben de dahilim tabi.
Bazen, içeri gidip anlatmaya üşendiğimden, yatak odasından salondaki sevgilime mesaj yazdığım da oluyor.
“Hayırlısı
ile şu sevişmeyi de mutlu bir sona ulaştırsak da, ben yine bizim
takımın şu yarım kalan maçına bir dönsem” diye düşünen kaba adamları bu
konudan ayrı tutuyorum, o kadar da değil tabi..
Geçenlerde phubbing diye yeni türetilmiş bir sözcük öğrendim.
Okul
arkadaşım Rüştü’nün sokakta yaşayan köpek cinslerini tanımladığı sokit,
yani sokak iti kadar yaratıcı olmasa da bu da fena değil.
Phubbing,
phone yani telefon ve hiçe saymak, adam yerine koymamak anlamına gelen
snubbing’ten devşirme taze bir sözcük olarak girmiş bile hayatımıza.
Yani, elindeki telefon aracılığı ile sosyal medya ile ilgilenip, çevresindeki insanlarla ilgilenmeme kabalığına deniyor.
Hepimiz zaman zaman bu kabalığı yapıyoruzdur.
Elektronik dünyasının görgü kuralları da yazılacak mı tez zamanda acaba?
Ne zaman, ne kadar süre ile odaklanmalı şu hafif meşrep sihirli kutuya?
Ne hep onla ne de onsuz olmuyor ki.
Elektronik gelişim benim algı sınırlarıma çoktan ulaştı ve geçti bile.
Acaba bundan sonra bizi ne gibi sürprizler daha bekliyor?