Ticaret Odası’ndaki 90 dakikalık arkeoloji konferansı, Anadolu Medeniyetleri Tarihi hakkında ne denli cahil olduğumu yüzüme vurdu. Prof. Dr. Fahri Işık’ın anlattıkları, Emin Oktay kökenli kısıtlı resmi tarih bilgili bizlere, üç numara büyük geldi haliyle. Onca medeniyetin beşiği Anadolulu olmanın gururuyla ayrıldık Ticaret Odasından.
Akşam ise Alanya Limanı’nda İsrail bandıralı Silver Star gemisinde bir
Rus tur operatörüyle buluşacaktım. Kendisi, bir hafta Alanya, bir hafta
İsrail programının keşfi için buraya gelmişti. “ Acaba nereye yemeğe
götürsem?..” diye, siyah siyah düşünerek iskeleye vardım. İskele
bıraktığım gibiydi. Yani karanlık, kalabalık ve pisti. Ayrıca,
insanların arasından farı yanmayan araba, motosiklet ve bisikletler
geçiyordu.
Tepkisiz koyunlar gibi olduğumuzdan hiç kimse; daracık
iskelede, ayağını ezecek gibi yanı başından, ağzında sigara, elinde cep
telefonu, motosikletle geçen yerel hanzolara, sesini bile çıkarmıyordu.
Belki de, aynı iskelede zaman zaman meşrubat kamyonları, tehlikeli
maddeler taşıyan tankerler de cirit attığından, bu küçükbaş araçlar
vızıltı geliyordu.
Gemiye ulaştığımda, beni merdivenlerde kaptan
karşıladı ve barbekü partisine davetli olduğumu söyledi. Böylece, hem
“misafirimi nereye götürsem acaba?...” derdinden kurtulmuş; hem de, 200
İsrailli ile, güzel bir partinin ortasına düşmüştüm.
Yemeği nefis
bir show izledi. Kaptanın masası ( Captain’s table ) amblemli yerimize;
yolcuların kaptanı, bir sahne yıldızı gibi alkışlayarak karşılaması
eşliğinde oturduk.
Sonra, tabanca gibi bir İngiliz orkestra ile, çok
sempatik bir şarkıcı-sunucu ve Broadway sanatçılarını aratmayacak
düzeyde, yine İngiliz bir dans grubu sahne aldı. Skeçler, yarışmalar
derken vaktin nasıl geçtiğini anlamadık.
Ertesi günkü 20 saatlik,
İsrail’in Hayfa Limanı yolculuğuna hazırlanan gemiden, ayaklarım geri
geri giderek indim. Her gün gördüğüm iskelenin yanı başında, üç
saatliğine bir başka dünyaya gidip dönmüştüm.
Gemide bir tek Leonardo di Caprio eksikti.
İndiğimde
iskelede değişiklik yoktu. Bezgin suratlı insanlar, gezintiden ziyade
hapishanede volta atar gibi turluyorlardı. Ve ben, “keşke mümkün
olsaydı, deniz de tutmasaydı, açık denizlere yol alsaydım” diye
mırıldanarak evimin yolunu tuttum.
Tunç Müstecaplıoğlu
29 / 05 / 1999