Acente yöneticiliği yaptığım yıllarda, Rusya komşu kapısı gibiydi benim için. Kırk kez kadar gittiğim Rusya'ya artık senede bir, Moskova turizm fuarı için gidiyorum. Böylece, değişimi daha rahat farkedebiliyorum.
Antalya'ya gelen turistlerin üçte ikisi Moskova'dan geliyor. İlk gelmeye
başladıklarında, gelenlerin neredeyse tümünün ya mafya üyesi ya da
sokak yosması olduğunu sanma abukluğu vardı. Oysa bizi ziyaret edenlerin
çoğunluğu, giderek güçlenen orta tabaka ve üzeri memur sınıfı.
İYİ DE NİYE ANTALYA ?
Moskova'dan,
Sibirya'ya, Murmansk'dan, Japon denizi kıyısındaki Krasnayorsk'a kadar,
Rusların sıcak bir denize ulaşabildikleri en yakın şehir Antalya.
İspanya ve diğer rakip ülkelerden vize alabilmek için, 28 gün öncesinden
o ülkenin konsolosluk ya da elçiliklerine başvurmaları zorunlu iken,
Türkiye'ye rahatça girebiliyorlar.
Antalya havalimanında çok girişli bir vizeyi, yirmi dolar ödeyerek on dakikada alıyorlar.
Büyük
bir çoğunluğu, yaşamlarının ilk yurt dışı tatilini Antalya'da geçirmiş.
Daha sonra gittikleri ülkelerden, Türkiye'de buldukları hizmeti
alamıyorlar.
Somon balıkları, penguenler, deniz
kaplumbağaları nasıl üremek için binlerce kilometre uzaklardan
doğdukları yere geliyorlarsa, Rus misafirler de er ya da geç yine ilk
göz ağrıları olan Türkiye'ye dönüyorlar. Antalya = Tatil ve Mutluluk
onlar için.
NASIL GELİYOR RUS MİSAFİRLERİMİZ ?
Eğer,
Türk kökenli tur operatörleri mayın tarlası Rusya'da iş yapmayı göze
almasalardı, yani sadece Ruslar onların seyahatlerini organize
etselerdi, bu yıl gelecek olan turist sayısının (bir buçuk milyon
tatilci umuyoruz) ancak onda bir kadarına razı olurduk. Eksi elli
derecelerde, haritada yerini zor bulacağımız şehirlere, içine kedimizi
emanet etmeye tereddüt edeceğimiz antika uçaklarla seyahat edip, ne
idüğü belirsiz adamlarla anlaşmalar imzalayarak, uçak kaldırma
risklerini göze alıp, ülkelerini pazarlamaya çalışan girişken
vatandaşlarımıza, bence çok şey borçluyuz.
ŞİMDİ SIRA UKRAYNA'DA..
Aynı
başarılı ekip şimdi de Ukrayna'yı mercek altına aldı. Elli beş
milyonluk bu ülkeden, birkaç yıl öncesine kadar on bin kişi ya geliyor
ya da gelmiyordu. Kısa sürede bu rakam, geçen yıl sadece Antalya'da yüz
otuz binleri aştı. Bu yılki hedef 300-400 bin kişi. Kısa sürede, sadece
Ukrayna'dan gelenlerin sayısı bir milyonu aşarsa hiç şaşırmayalım.
DOMİNANT ABİLER DE ARTIK SAHNEDE
Rusya'yı kenardan izleyen Alman tur operatörlerinin bazıları, ya başarılı Türklere ortak olarak, ya da firma olarak doğrudan
ofis
açarak pastadan pay alma yarışına başladılar bile. Bazıları da,
sadakatleri şaibeli, yani her yıl partner değiştiren Rus firmaların
incoming hizmetlerini alarak ısınma turları atıyorlar.
HÜKÜMETİMİZ DE BOŞ DURMUYOR YANİ..
Hızlı
karar verilmesi şart olan sektörde, hükümetimiz de hızla bakan
değiştirerek katkıda bulunuyor. Tam, "biraz sivri dilli filan ama, artık
turizmin dinamiklerini anlamaya başladı" derken, bir bakıyorsunuz
şakacı, Muğla şiveli yeni bir bakan işin ana okulundan başlamış.
Kalabalık,
lacileri çekmiş bir delegasyonla fuarlar arşınlanıyor. Bilgiye değer
verilip dinlense, hızlı öğrenmeye açık olunsa, herkes eteğindeki taşları
dökerek katkıda bulunacak. Ancak, "ben artık bakan oldum, aslında pek
anlamam bu işten ama bir racon keseyim bari" durumu olunca, işler
Jamaikalı saçına dönüyor.
Hani, hem geveze hem de patavatsız
kekemeler vardır ya, durum aynen öyle. Ne dediğiniz anlaşılıyor,
anlaşılanlar da can yakıyor. Gazetecilerle konuşmak da zor iştir. Dikkat
edilmezse, "Aaa, Papa da nedense New York'a iner inmez genelevin yerini
sordu" durumu yaşanabilir.
La Fontain'in tilkisi, peyniri kapmak
için kargaya şarkı söyletmeye çalışır ya hani. Bırakın kalsın,
sözlerini bile bilmediğiniz şarkı. Önce peynirin bir tadına bakın hele..
Size mi kaldı, ülkenin sembolik başkentinin neresi olduğu, fuara hangi
valinin katılacağı, Ruslar'ın görgü ayarı? Az biraz gözlem, sonra
yorum.. Germeyin işi, bir de bakmışsınız ki
birkaç ay sonra tarım bakanı olmuşsunuz.. Bizler, genç bir avukata 20. kez turizmi anlatıyoruz. Yaşadık, biliyoruz..
MİTT TÜRK TURİZM FUARI BAŞARILIYDI..
"Türk
Turizm Fuarı" diyorum, çünkü tüm ülkeler apaçık bir biçimde Türkiye'nin
gölgesinde kaldı. Tabelalar, şehir, adeta Türkiye kokuyordu. Artık Türk
turizmciler, belki yine mart ayında, belki de şubat ayında, sadece Türk
turizmcilerle Rus acenteleri ve Rus tüketicileri buluşturan bir fuar
düzenlemeli. Diğerleri ayağımıza dolaşarak kafaları karıştırıyor. Yetmiş
üç dönüm kapalı alanda, seksen sekiz ülkeden, üç bin kadar firma stand
tutarak katıldılar Moskova randevusuna. Kırk yedi bini profesyonel, yüz
seksen bin kişi ziyaret etti meşhur Expocenter'i.
İNCE SİGARALI, İNCE BELLİ KIZLAR DİYARI..
Genelde
tek ve küçük çocuklu olan bu nesil, Antalya'nın en önemli gelir
kaynaklarından. Bakımlı, eğlenceye açık ve Antalya aşığı bu genç
hanımlar, onlarca torbayı oflaya poflaya evlerine taşıyarak, bu yaz
gidecekleri bölgeyi araştırıyorlar.
Avrupa'da, Türk olduğumuzu
anladıklarında, çoğu zaman kendimizi sanki ikinci sınıf bir ülke
vatandaşıymışız gibi kötü hissettirebiliyorlar. Kısa bir sohbet
sonrasında alacağınız en iyi iltifat, "nasıl olur, hiç de Türk'e benzemiyorsunuz" olabilir. Bazı sazanlar, "vay be, herif beni İtalyan'a benzetti" diye sevinebilirler, ama ortada alınmış bir iltifat filan yok.
Oysa
Rusya'da durum bunun tam tersi. Hatta, Antalya'yı sevenler birleşip bir
kulüp bile kurabiliyor Moskova'da. Otellerimizi satan satış elemanları
ve onların yöneticileri için düzenlediğimiz geceye sekiz yüz kişi
katıldı ve bunların tümü Türkiye sevdalısıydı. Bir de, şu acayip
alfabelerinin latin harfleriyle çevirilerini iliştiriverseler
tabelalarına ne iyi olacak. O ne keçiliktir öyle. İlle de bize Kiril
ABC'sini öğretecekler.
AH BİR ZENGİN OLSAM..
Yuva
yapan kuşların taşıdıkları bitki ve saman parçaları misali, çeşitli
katalogları evlerine, işyerlerine taşıyorlar diye yazmıştım ya. Rusya'yı
iyi bilen bir dostumun deyişine göre, disk kaymasını bile göze alıp, bu
ağır torbaları taşıyanların bir çoğunun değil tatile çıkmak,
karınlarını bile doyuracak paraları yokmuş. Broşürlere bakarak iç
geçirip, sanki tatile gitmiş farzediyorlarmış kendilerini.
Bazı
alışveriş merkezlerinde de durum farklı değilmiş. Alışveriş arabalarını
tıka basa doldurup, sonra onları kasanın yakınında bir yere bırakıp,
sessizce evlerine dönüyorlarmış. Sanki, eve alışveriş yapar gibi yapıyorlarmış.
KAĞITSIZ HAVLULUK OLUR MU ?
Antalya
havalimanında bu ne yazık ki istikrarlı olarak mümkün. İşletmenin
temizlik işlerinden sorumlu(?) müdürü, tasarruf tedbirleri çerçevesinde
kağıt havlulukları boş bırakıyor. Her elini yıkayan, bir heves içini
kurcalıyor ama sonuç yok.
Müdür bey, artık Rus havalimanlarında
bile böyle tuhaf önlemler kalmadı. Bazı sivriler de metal kağıt
havluluğun üzerine tuvalet kağıdı koymaya kalkıyor. İyice sakil bir
görüntü ortaya çıkıyor.
Sen gel, bırak şu kağıt tasarrufunu ve
doldur şunları. Koymamakta azimliysen, sök şu teneke kutularını da hem
sen rahatla hem de insanlar hayal kırıklığı yaşamasınlar.
Kırlangıçlar
uçuşmaya başladı yine. Havada kıvrak manevralarla uçan böcekleri
midelerine indiriyorlar. Gelincikler de açtı. Otoyol kenarlarında,
hiçbir peyzaj çalışması ihtiyacı duymadan açıveriyorlar apansız. "Turistler gelmeye başladı artık, örteyim şu magandaların yol kenarlarına attıkları plastik ve teneke kutularını" mı diye düşünüyorlar artık bilemiyorum. Bahar geldi, bereketi de peşinden gelecek meraklanmayın..
DERGİMİZ İKİ YAŞINI DOLDURMUŞ..
Nasıl
geçti habersiz diyesim var. Kuzguna, yazdığı dergi güzel gelirmiş
derler ya. Hoş kargalar yazamazlar ama örneği idare ediverin lütfen.
İçeriği, çalışanların güleryüzü, prensipleriyle bence kısa sürede bir
marka oldu "Tourism World".
Prensip dedim de aklıma geldi.
Derginin, çalışanları konusunda belirli standartları var. Mesela sigara
içmeyeni dergide çalıştırmıyorlar. Gerçekten, gidin bir ziyarat edin
lütfen. "Gazetecilik stresli bir sektördür" bahanesiyle tüm kadro
sürekli sigara içiyor. Amerikan açık ofis düzeni var dergide. Yani
herkes birarada oturuyor. Dumanlama usulüyle doğal bir seperasyon
yapmışlar. Karşı masa ancak flu bir şekilde gözüküyor. Ben, yazımı
teslim ederken genelde gaz maskesi ile gidiyorum.
Şaka bir yana,
dergiye emeği geçen herkese helal olsun. Herkes böyle güleryüzlü ise,
demek ki derginin patronu onlara güzel, mutlu bir çalışma ortamı
sağlamış. Ona da helal olsun.
Tunç Müstecaplıoğlu
09.04.2005