Bu yıl Belek’de de otel işletmeye başlayınca buradaki yaşamı yakından tanıma fırsatım doğdu. Dışarıdan hayli parlak gibi görünen, Türk turizminin bu en gözde beldesi, haklı ününü bir çok ögeye borçlu.
Doğası, bölgenin bence en önemli avantajı. On binlerce ağaçtan oluşan
fıstık çamı ve okaliptüs ormanları Belek’i bir gerdanlık gibi süslüyor.
110 ayrı tür kuş, 29 endemik bitki (dünyada sadece bu bölgede var
anlamına geliyor) ve deniz kaplumbağaları bölgeyi ayrıcalıklı kılıyor.
Bu arada, Anadolu’da üç binden fazla endemik bitki var ve bunların
yarısından fazlası Akdeniz’de bulunuyor.
BU KAPLUMBAĞALARIN ASLINDA YAŞAYAN FOSİLLER OLDUĞUNU BİLİYOR MUYDUNUZ ?
Belek’in
ilk tanıtıldığı yıllarda bu endemik özellikler başarıyla ön plana
çıkartılıyordu. Tematik oteller artıp, yeni ürünler oluştukça, bu
zenginlikler göz ardı edildi. Deniz tosbağaları bu aralar bize, bu vahşi
yapılanmamıza biraz küsmüş gibi. Eskisinden daha az rastlanıyor
kendilerine. “Beach Party”lere katılmayı da pek sevmiyor Caretta
Carettalar. Bazı otel yöneticilerimiz, su sporları işletmecileri,
balıkçılar, pek sevmezler onları.
Oysa kendileri, sessiz toprak
sahiplerimiz olurlar. Belek’de on iki yıldan beri otelcilik yapılıyor.
Ancak onlar, tahminlere göre iki yüz milyon yıldır bu sahillere
yumurtluyor. Hem de ne sadakatle.. On beş mayıs, on beş eylül tarihleri
arasında yuvalarını bir saat içinde elli santim kadar derine, yılda dört
kez kuruyorlar (ne yazık ki yüksek sezona denk gelen bu tarihlerini
değiştirme şansımız yok).
Kırk beş-altmış gün arasında,
yumurtaların içinden kimsesiz olarak çıkan 70-80 kadar yavru, otellerin
ışıklarından yollarını şaşırmayıp, kör karanlıkta yapayalnız suya
varabilir ve orada diğer canlılara yem olmadan yaşayabilirlerse,
Akdeniz’in öteki ucu olan Fas’a, hatta Pasifik Okyanusu’na kadar kadar
gidebiliyorlar. Bir nevi okyanus elçilerimiz yani. Bin yumurtadan sadece
üç-beş tanesi bu zor yaşam savaşını kazanabiliyor.
On beş-yirmi
beş yıl sonra, sıra doğuma gelince de, aynı somon balıkları gibi, nasıl
dönüş yolunu buldukları tam kanıtlanamamasına rağmen, binlerce kilometre
uzaklardan dönüp Belek’e, hem de tam doğdukları plaja geliyorlar.
Burası, Akdeniz’in Yunanistan’dan sonra en büyük ikinci, Türkiye’nin ise
bir numaralı Caretta Caretta doğum evi. Bu özetlemeye çalıştığım trajik
varoluş öyküsünü, komşumuz tanıtım kozu olarak kullanıp, yılda yaklaşık
üç yüz bin kişiyi, sırf bu doğum öyküsünü izlemek için çekiyor
ülkesine.
PEKİYİ BELEK NİÇİN CAZİP?
Bölgenin
hava limanına yakınlığı, başkentte başarıyla temsil edilmesi, fuarlarda
iyi tanıtılması, altyapı kolaylıkları, devletin, daha doğrusu Turgut
Özal’ın, Belek’in oluşumunu başlangıç yıllarında yönlendirmesi, önemli
avantajlarından.
Golf, futbol, binicilik, paintball, bowling
sahaları, kongre salonları ile turizm hayli çeşitlenmiş. Oteller, elli
ile bin dönüm arasındaki dev parsellere konuşlanmış ve ana kara yolundan
kilometrelerce uzaktalar. Yani, sessiz ve huzurlu. Huzur demişken, size
bir yeri anlatmadan geçemeyeceğim.
NATİONAL GOLF CLUB’Ü GÖRMEYEN VARSA HEMEN GİTSİN..
Dokuz
yüz seksen iki dönümlük bir yeşil alan düşünün. Sadece kuş cıvıltıları
ve nefis bir gölet. İçinde sazan balıkları, su kaplumbağaları ve
ördekler. Odun fırınında pişen leziz yemekler. Ara sıra görünüp kaybolan
şık giyimli golf oyuncuları. Otel de yok tesisin içinde. Adeta yedek
bir cennet. Benzer bir alana Alanya’da hızır müteahhitler üç yüzden
fazla otel sığdırabilirlerdi. Neyse ki bu yarı doğal parkta şimdilik
sadece golf oynanıyor.
Betuyab (Belek Turizm Yatırımcıları
Birliği) bölgeyi hem Ankara’da hem de Antalya’da iyi temsil ediyor.
Arıtma, ilaçlama, çevre temizliği, fuar organizasyonları, kaplumbağa ve
diğer canlıları koruma(flora-fauna) projeleri, çalışmalarından bazıları.
Jandarma sayesinde asayiş de iyi durumda. Çoğunluğu beş yıldızlı
otellerden oluşan tesisleri, ülkenin başarılı profesyonelleri yönetiyor.
RUS TUR OPERATÖRLERİ AVRUPALI RAKİPLERİNİ YAKALIYOR
Otobüs
şoförlerinden, otel rehberlerine kadar herkes daha iyi olma yarışında.
Eskiden hayli düzensiz giyinen Rus acente çalışanları artık bir moda
dergisinden fırlamış manken kıvamındalar. Giysilerinden, davranışlarına
kadar batı Avrupalı meslektaşlarını aratmıyorlar. Belek’i Rus
turistlerin de sevmesi ile bölge, yaz aylarında Rusların nostaljik
yazlık kasabası Soçi’ye benziyor.
Belek’de neredeyse otellerin
tümü, çalışanlarının eğitim düzeyini geliştirmeye çalışıyor. Davranış,
kurumsal kimlik, aidiyet duygusu, misafir mutluluğu, sürdürülebilir
turizm, çevre bilinci, markalaşma gibi konularda otel dışından da
eğitmenler getirerek, “nasıl daha iyi olabilirim?”in savaşı veriliyor.
BAHÇELERDE KEREVİZ, GEL BİZE BAZI BAZI..
Otellerin
içinde yaşananlarla, dışarıda yaşayanların uyumu için ancak böyle bir
cümle bulabildim. Otelin kapısından çıkınca büyü birden bozuluyor.
Kadriye ve Belek, Teksas, Kasımpaşa, Harlem karışımı birer mezra.
Güzelim ağaçların arasından caddelere sarkan telefon ve elektrik
kabloları, pis ve genelde tıka basa dolu çöp tenekeleri, kooperatif
evlerinin bakımsız güneş enerjileri ve su depoları, paslanmış boş
tabelalar, toz toprak içinde halk plajları ve en acısı, turizme
duyarsız, bir o kadar da umarsız insan toplulukları.
Çoğunluğu
klimasız ve bakımsız minibüs ve taksi sürücüleri, sanki ayrı bir dünyada
yaşıyorlar. Duruşları, bakışları, birbirlerine ve turistlere hitapları
ile çağı hayli geriden takip ediyorlar. Yolda yürüyenlere laf atanlar,
müşteri yokken jinekolojik bir muayeneye gitmiş gibi yatanlar, durakları
açık kahvehaneye döndürüp okey oynayanlar, ayağını kaşıyanlar, bana
yirmi sene önceki Alanya’yı çağrıştırdı.
İçlerinde beyefendi gibi
davrananları da yok değil. Ancak çoğunluğu, çalışma ortamını adeta bir
maymun kafesine döndürmüş durumda. Su içip plastik şişesini yere atan
magandalar, haliyle çevresindeki diğer pisliğe de aldırış etmiyor.
Kağıt, karton, plastik torbalar, bira kutuları, kullanılmış çocuk
bezlerinin arasında, plastik sandalyelerine yayılarak geçiriyorlar
ömürlerini. Dolayısıyla önlerinden geçerken yere atılan çöpler de
umurlarında olmuyor.
“Belediyeye vergi ödüyoruz kardeşim. Toplasın ameleleri attığımız çöpleri. İşleri ne?
diye düşünüyor gibi davranıyorlar. Oysa taşıdıkları turist, Avrupa’nın
en ücra köyünden de gelse bu görüntüyü algılayamıyor. Çünkü onun
yaşadığı her yer tertemiz. Atanı, attığına pişman edecek hiç bir
denetleme, cezalandırma yok. Hız kontrolu da yapılmıyor. Paslı
tabelaların arasından rüzgar gibi geçiyor başıboş şoförler.
EVİME AYAKKABIYLA GİRENLE KÜLAHLARI DEĞİŞİRİZ HAA..
Çevreye
çöplerini fışkırtan bu magandaların evleri eminim tertemizdir. Kapıda
herkesin ayakkabıları çıkar. İçeride lavanta kokusu. O temiz evin
kapısının önünden burnunu tutarak geçersin. Evin içi mahrem ve kutsaldır
çünkü. Dışarısı nedir ki? Alt tarafı apartmanın boşluğu. Ya da sokak
işte.. Atarsın pisliğini, diğerleri de toplar. O kadar basittir durum.
Toplamazlarsa ; artık o da onların sorunudur.
Ne zaman topluca
evimizin dışına, içi gibi özen gösterir, ülkemize gelen misafirlere
evimize gelen konuklarımız gibi davranabilirsek, ancak o zaman “turizmi
becerdik” diyebiliriz.
Kıssadan hisse: “Belek de hala kelek..”
Tunç Müstecaplıoğlu
12.07.2004