Hepimizin arzusudur ya hani şu kaliteli turistler.
Tur operatörleri de nedense, hele kış aylarında bir türlü bulamazlar gavurcukların kalitelilerini.
Varsa yoksa, yamru yumru, ak saçlı, zor yürüyen yaşlı turistler.
Bizim ninemiz, dedemiz gidiyor mu bunların memleketine?
Yooo..
Kardeşim, biz bunca yatırımı bunlar için mi yaptık yani?
Bunca otel, alışveriş merkezi, müze, kebapçı ne olacak?
Kolestrol, lipit filan derken, bunlar kebap da yemezler doğru dürüst.
Muhtemel son tatillerini geçirecek tontonları getire götüre, canım Antalya’yı fil mezarlığına döndürdünüz.
Oysa bizim derdimiz kalitede..
Geçen sayılarda bizim dergide bir muhalif milletvekili de dillendirdi bu arzumuzu.
İlle de galiteli turist isterük.. O kadar.
Kalite görecelidir de ne demek?
Biz hepsini bir arada istiyoruz.
Yüksek
okul okumuş olsun, kitap kurdu olsun, genç olsun, güzel olsun, zengin
olsun, bizi sevsin, dönünce hakkımızda iyi konuşsun..
Ne bileyim işte canım, delikanlı ve candan olsun..
“Antalya’nın nesine gelsin ki bunlar” da ne demek anlayamadım?
Kardeşim, şu memlekete bir bak ya..
Her an rahmet iniyor gökyüzünden.
Ha, biraz ıslak oluyor yerler o doğru.
“Caddelerde arabalar bile yüzüyor” lafın, abartının dik alası.
Her ülkenin mühendisi hata yapabilir.
Bizimkiler de, yağışsız çöl iklimine göre planlamışlar yolları, ne olmuş yani?
Hem,
falezlerin su koyuverip, yağmur sularını eskisi gibi emmeyeceğini,
etekli, cinsel tercihi meçhul Attalos bile tahmin edemezdi.
Tarihi Constantinopolis dahi zorlanıyor yağmur yağınca. Biz nasıl başa çıkalım?
Evet, 14 yaşında bir genç kız düştü açık bir kapaktan, ve boğuldu şehrin göbeğinde karşıdan karşıya geçerken. Bu doğru..
Bir
seferinde de İzmir’de, şehrin yağmur yağmayan zamanlarında mutena
denilebilecek semtinde bir otomobil, kapatılması unutulmuş bir inşaat
çukuruna düşmüş, içindekiler ölümden dönmüşlerdi.
Buna kader denmez de ne denir peki?
Tamam, Frankfurt’ta olmuyor olabilir böyle kader cilveleri.
Türkiye, Hindistan, Nepal, Bangladeş, Pakistan gibi egzotik, sürprizlerle dolu bir ülke.
Bunu aklınızın köşesine kaydedin bir kere..
Bir ülkenin egzotizmi artınca, haliyle emniyeti, hijyeni, trafikte can güvenliği biraz azalabiliyor.
Elektrik mi? Eskisi kadar olmasa da kesiliyor zaman, zaman..
İyi niyetle bakılacak olursa, bu da romantizmin, maceranın bir parçasıdır.
Düşünsene, sevgilinle ışıl, ışıl bir yerde oturuyorsun ve birden elektrikler kesiliyor.
Jöleli, küpeli, Yavuz Sultan Selim gibi yağız bir delikanlı şıp diye bir mum getiriyor.
Vallahi bunu Amsterdam’da bile zor yaşarsın.
Önemli olan olaya paradigman.
Biraz havalı olsun diye frenkçesini söylüyorum, yani algılama biçimin..
Hava kapalı olunca, sıkılır bunlar Antalya’da da ne demek?
Zaten bütün kurgumuz, bunların sıkılması üzerine senaryolanmış memlekette.
İllallah geldi yaz boyu, “her şey dahil geldik ne işimiz var dışarılarda” diye kumsallarda yatıp geviş getirenlerden.
Bunlar sıkılacak ki çıkıp alışveriş yapsınlar.
Hop halıcıya, hop kuyumcuya oradan da Migros’a.
Antalya’nın
kış aylarında, şehrin en albenili yerinin Migros çarşısı olduğunu,
marketin doğum yeri olan İsviçre’de anlatsan, vallahi inanmazlar.
Şöyle güzel bir Burger King’in ardından Gora’yı, “bir Türk uzay filmi”ni görseler..
Bir tür Amerikan-Türk sentezine tanık olurlardı.
Hoş, ben bir halt anlamadım ama belki turistler sever bu deli saçması filmi..
Fahrettin Cüretlibatur ağabeyimizin başrolünü oynadığı, “Dünyayı Kurtaran Adam” filmiyle yıllar önce, dünya sinema sanatlarına önemli bir katkımız olmuştu.
Bu film sayesinde durumu kesin ikiledik.
Hem tiyatrolarımızı niye unutuyorsun ki. Bu yolla biraz Türkçelerini ilerletseler fena mı olur?
Biz, her gelen milletin dilini konuşacağız diye, “bir dilin yozlaşması” başlığıyla çeşitli tezlere konu olduk.
Geçen gün kardeşime “cindobre” demişim de farkında değilim. Günaydın çıkmıyor artık ağzımdan.
Birkaç sene önce bir arkadaşım, trafiğin ağır akışını kaymakama, “efendim, adam almış kızını langsam langsam gidiyor iskele yolunda” diyerek dert yanıyordu.
Yavaş, yavaş demesini unutmuştu sanki.
Oysa, elli kelimeden fazla almanca bilmezdi ama hoş oluyordu almanca bilmeyen bir kaymakamla almanca söyleşmek.
“How are you?” filan yetmez oldu hiçbirimize.
“Kagdila?” diyerek Rusça hatır soruyordu iki Türk tezgahtar birbirine, geçen hafta Doğu Garajı’nda.
Almanca filan out oldu yani..
İki yeni ülkeden daha turist gelirse Antalya’ya, vatandaşlarımız artık bütün dilleri karıştırarak, Avanak Avni gibi “ebüvee” diye konuşmaya başlayacaklar diye korkuyorum.
Beyinleri bulaşık teline döndü gençlerimizin.
Ne zaman öğrenecek turistler bizim dilimizi?
Biz Fransa’da hiç Türkçe olarak, “oğlum, getir oradan iki tane çikolatalı kruvasan yengenle bana” diyemeyecek miyiz?
Tur operatörü kardeşim bir daha söylüyorum; turistin kalitelisini istiyoruz.
“Bunun tarlası mı var? “ gibi lafları hiç anlamam ben.
Bulun buluşturun getirin..
Tunç Müstecaplıoğlu
16. 11. 2004