Telefonla arayan arkadaşlarımın ilk tepkisi genelde buna benzer oldu.
İlk şokla bu Güneydoğu Asya ülkesini, Kamerun, Kamçatka, Kolombiya dahil bir çok yerle karıştıran oldu.
Şöyle diyaloglar da yaşadım.
Yaa, orası Vietnam’ın bir şehri değil miydi?
Hayır, Vietnamlılar bir süre işgal edip sonra ülkelerine dönmüşler.
İyi de senin orada işin ne?
Evet, gerçekten de benim ne işim vardı oralarda?
“Ground Handling International” bir tür;
yer
hizmetleri kuruluşları, havayolu şirketleri ve onlara mal tedarik eden
kuruluşların buluşmalarını düzenleyen organizasyonlar içinde en
önemlilerinden birisi.
Düzenleyicileri her yıl, bir batıda, bir de doğuda buluşturuyorlar bu sektörün aktörlerini.
2009 kasımında, İtalya-Sorrento’da buluşanların neredeyse tamamı Kamboçya’ya da gelmişti.
Önümüzdeki senenin programı da şimdiden belli.
Avusturya-Viyana ve Vietnam-Ho Chi Minh (Saigon lafı Çin’i çağrıştırıyor diye şehrin adını değiştirmiş Vietnamlılar).
Asya bölgesi, 11 Eylül sonrası travmaya giren havacılık ve turizm sektörünün yüz akı adeta.
Eski dostlarla söyleşiliyor, yeni ürünler, yeni yüzler tanınıyor, hem de o ülkenin turizmine küçük de olsa bir katkı sağlanıyor.
Bizler
de, Kamboçya’nın bu deniz görmeyen önemli şehri Siem Reap’de Çelebi’yi,
Türkiye ve Hindistan yöneticileri olarak temsil ettik.
Gittiğimiz mart ve nisan ayları ülkenin en sıcak ayları imiş.
Bizim Antalya’nın, bayıltan ağustos sıcağına biraz daha nem katın işte öyle bir tropik iklimden bahsediyorum.
Moskova’nın
– 15 derecelik karlı ikliminden iki gün sonra, + 35 dereceyi gören
bedenim, bu elli derecelik ısı farkına uyumda biraz zorlandı.
1994 yapımı “The Killing Fields” (Ölüm Tarlaları) filminden nasıl da etkilenmiştim.
İngiliz
yönetmen Roland Joffe’nin, içinde en iyi film dalı da olmak üzere üç
Oskar ödülü kazandığı bu enfes politik dram filmi, yaşantım boyunca en
etkilendiğim filmlerden biri olarak kalmıştır.
Bir gün, o filmin çekildiği topraklara gideceğimi hiç düşünmemiştim.
Çilekeş
Kamboçya, ya da kendi deyişleriyle Kmer halkı, neredeyse bir ömür boyu
farklı hükümdarlıkların boyunduruğu altında yaşamış.
Tam Fransız, İngiliz sömürgeliğinden kurtulduk derken, İkinci Dünya Savaşı’nda Japonlar tarafından işgal edilmişler.
1973-1974
yılları arasında dünya’nın eli kanlı jandarması ABD, Japonya’ya tüm
savaş boyunca attığı toplam bombanın yaklaşık üç katı kadarını bu yoksul
halkın üzerine kusmuş.
“Amerika’yla iyi geçinin, yoksa ülkenize demokrasi getiririz” özdeyişi daha o yıllarda söylenmeye başlamış.
En
önemli geçim kaynağı pirinç olan bu yoksul ülkenin yıllık pirinç
üretimi, 3 milyon 800 bin tondan 650 bin tona inince açlıktan ölümler de
başlamış.
Ama, önce Hindu, daha sonra da Buda (halkın % 95’i Budist)
dinine gönülden bağlanan bu barışçı halka, hiçbir ülke kendi öz evladı
Pol Pot kadar eziyet edememiş.
Kral tarafından bursla Fransa’ya
okuyup ülkesine yararlı olması için gönderilen Pol Pot (1928-1988) adlı
katil, 1949 yılında Fransız Komünist Partisi’ne üye olduktan sonra
kendisine Stalin’i örnek almış.
Ülkesine döner dönmez de, 1975-1979 yılları arasında dünya çapında bir soykırım utancına imza atmış.
Önce,
o yıllarda bir milyon olan başkent nüfusunun tümünü şehirden dışarıya
atarak, adları Kızıl Kmerler olarak bilinen bin adamı ile birlikte şehre
yerleşmiş.
Kendisi, Fransızcayı bir Fransız kadar iyi bilmesine rağmen, kendisi dışında neredeyse bütün;
Yabancı dil bilen, doktor, mühendis, öğretmen, her türlü entelektüel Kamboçyalı’yı organize olarak öldürtmeye başlamış.
O
yıllarda yedi milyon olan toplam ülke nüfusunun, üç milyon üç yüz bin
aydın ve sade vatandaşını; asarak, kurşuna dizerek, döverek, aç
bırakarak katletmiş.
Bu insanların bir bölümünü de, içlerinde 100 ile 500 cesetin bulunduğu 129 kuyuya topluca gömdürmüş.
Katliamın yapıldığı yerde şu anda bir anıt mezar var.
İşte bu kara talihli bölge, tüm dünyaca Ölüm Tarlaları olarak tanınıyor.
Kamboçya, daha sonra komşusu Vietnam tarafından işgal ediliyor.
15 nisan 1988 tarihinde Pol Pot’un kalp krizinden ölümünden sonra, 1997 yılında Kızıl Kmerler dağılıyor.
Bizler şu günlerde, 12 eylül 1980’in emekli paşalarının yargılanma konularını daha yeni yeni tartışabiliyoruz.
İşin ilginç yanı, ülkenin yarısını katleden bir katil ordusundan henüz tek kişi bile hakim karşısına çıkarılamamış.
Toprağı bol olsun, ünlü Fransız bilim adamı Jacques Yves Cousteau ne demişti hatırlar mısınız?
“Dünyada birçok canlı türünü inceledim, gözlemlediğim kadarı ile yeryüzünün ne yazık ki en tehlikeli canlı türü insan”..
Tunç Müstecaplıoğlu
27.03.2010