Tabi ki hayır.
Herkesin sancılı bir başlangıç öyküsü vardır.
Top bir türlü geçmek bilmez karşıya.
O kahrolası fileyi kim koyar ki öyle araya?
Aslında saha dışarıdan nasıl da büyük gözükür değil mi?
Oysa ne de çok auta gider şu top.
Toplar bahçeye kaçar, sıkça kortun tellerini gevretir.
Topa bir vurursunuz ve top birden kaybolur.
Herkes
topu havada ararken, bir de bakarsınız ki sarı şeytan raketin kafası
ile sapının arasında sıkıştığı mendebur yerden size gülümsemektedir.
Hızlı vurayım derken ıskalarsınız, kolunuz çıkacak gibi olur.
Yarım yamalak öğrenilen spinli bir vuruş sonrasında, kendi kaşını yaranı bile gördüm.
Siz kafası kesik tavuk gibi oradan oraya koştururken, sizi dışarıdan seyredenlerin gülümsemesi de asap bozucudur.
Ayrıca raketin kafası neden bu kadar küçük yapılmıştır ki?
Kısaca sinir bir durumdur acemilik..
Bu sorunlar vardır ve herkes bunları en az bir tur yaşar.
“tenisin ilk 25 senesi zordur, sonra toparlarsınız” diye gıcık bir şaka da yapmayacağım size.
Ben de 1978 yılında tenise yeni başladığımda, benzer acemilik ritüellerinden geçmiştim.
Şimdiki Dalyan Tenis Kulübü’nün o zamanki adı Raket Kulüp idi.
Üç ya da dört tane eski tip toprak tenis kortu vardı.
Tüm malzemelerimiz toprak renginde dolaşır dururduk.
Bu günlerde 89 yaşında olduğunu tahmin ettiğim, ak saçlı sevgili Sarkis Harputluyan tenis dersleri verirdi orada.
Ne kadar da zarif bir adamdı kendisi.
Kulübün
kıdemli tenis oyuncularından Saner abi, tenis oynamaya başladıktan kısa
bir süre sonra beni bir gün çift maçına davet etmişti.
Kendimi ona beğendireceğim diye telef oluyordum.
O zaman böyle sağlam teller de yoktu haliyle.
Sarkis hoca, ekonomik olsun diye kortları kümes telleri ile çevrelemeyi uygun görmüştü.
Bir seferinde ayağım telleri delerek bir korttan ötekine bile geçmişti.
Sağlamlığını anlayın yani.
Geçenlerde aynı kulüpte izlediğim bir turnuvada, havada uçuşan, nereden geldiği meçhul bir yeşil papağan kolonisi vardı.
1978’de orada sadece martı, karga ve güvercinler uçuşurdu.
Sarkis hocadan ders almaya yetecek kadar param olmadığı için, kendimce bir oyun stili tutturmuştum.
Sıfır kontrol, bolca güç ve yetiş yetişeme her topun peşinden koştur.
Saner abi konuma dönüyorum.
Karşımda 100 kilo ağırlığında fevkalade teknik bir Saner abi ve partneri.
Karşılarında da tüm acemiliği ile ben ve yanımda bir başka keklik.
Saner abi toplarımı filede yakalamak için sürekli hareket ediyor.
Saner abiyi önce göbeğinden, omzundan birer kez şişledim.
Son olarak da topu alnına nişanlayınca bana:
“oğlum tenis bir centilmen oyunudur, rakibin üstüne vurulmaz” diye köpürdü.
“abi
sen filede sabit dursan, ben topu bir şekilde sana çarptırmadan karşıya
geçirmeye çalışacağım, ama sen kıpırdadıkça benim aklım karışıyor”
Adam sonunda benim dengesiz vuruşlarımdan yılmış olmalı ki, servis çizgisine geri döndü.
Ben de rahat rahat dağa taşa vurmaya devam ettim.
Tenis anılarımı bir başka yazıda anlatırım, şimdi konuyu yine yeni başlayanlara getirmek istiyorum.
Topu filenin üzerinden karşı sahaya geçirmek tenisin en güzel evresidir, insanı çok mutlu eder.
Bahar aylarında kırlarda koşturmak gibi huzur verir.
Henüz ne topun, ne zeminin, ne de raketin özelliklerini algılayamazsınız.
Topun peşindeyken; ne iş, ne borç, ne çocuğun okulu, ne sevgili kaprisi, hiçbir şeyi hatırlamazsınız bile.
Oysa yüzerken, yürürken, spor salonunda egzersiz yaparken sorunlarınız da sizinle beraber spor yaparlar.
Topun böyle büyülü ve bencil bir etkisi vardır işte, ondan başka kimseye yoğunlaşamazsınız.
Deneyimli oyunculara hızla yetişme şansınız vardır bu sporda.
Zaman ayırırsanız hızla yükselirsiniz, ama bir süre sonra bu yükselme duraklama dönemine girer.
Bu dönemi aşmak da yine sizin elinizdedir.
Eşinizin ya da sevgilinizin de tenis oynaması kaymaklı ekmek kadayıfı olur.
Paylaşılan hobiler, ilişkiye de o spora da iyi gelir.
Tenis oynamayı sevdiyseniz, çevrenize de bulaştırın.
İlerlemek için mutlaka sizden iyilerle oynayın.
Çekinmeden onlarla oynamak istediğinizi belirtin.
Emin olun, onlar da oyunlarını kendilerinden iyilerle oynayarak geliştirmişlerdir.
İlerletince siz de yeni başlayanlara zaman ayırın.
Her tenis oyuncusu bir tenis misyoneri olmalıdır.
Sosyal kişiliği olan bir insan, çekingen birine oranla daha fazla partnerle oynayarak oyununu daha hızlı ilerletebilir.
Rekabet güzeldir, maç yaparak maç becerinizi geliştirebilirsiniz.
Bir sitenin içindeki rekabetten, yandaki sitenin haberi olmasa da, o sitede oynayanların maç becerileri gelişir.
“şu Ahmet’e nasıl yeniliyorum anlamıyorum doğrusu”
“Aysel’e
de, attığı toplara da gıcık oluyorum, aha şuraya yazıyorum, bir dahaki
maça onu yenmezsem bana da Şeyda demesinler” diyalogları ile maç
beceriniz siz pek farkında olmadan ilerler.
“rekabet, insanların
birbirini yenme hırsı beni rahatsız ediyor, enerjimi alıyor,
geriliyorum” diyorsanız, maç yapmak şimdilik size göre değil demektir.
Sadece kuru bir hırs yetmez, antrenmanla desteklemelisiniz.
Teniste deneyim, Koçtaş’ta ya da Boyner’in Spor mağazalarında satılmaz.
İndirimli sezonları da yoktur.
Bolca dayak yiyerek, bizzat edinilir.
Hep hocayla ve aynı partnerle oynamayın, sadece o kişilere karşı stratejileriniz gelişir.
Karşınıza farklı top atan birisi çıkınca afallarsınız.
Herkes, kendi sahasına düşen topların top toplayıcısıdr.
Topları rakibinize verirken ona bakmadan vermeyin.
Topları
ardarda, gelişigüzel bir şekilde karşı tarafa atmayın, rakibiniz sizden
istedikçe onun eline en yakın yere atmaya çalışın.
Tam servis atmaya
çalışan birine bir top daha yollamak, onun dikkatini bozabilir ve bu
hareket tenisin görgü kurallarına terstir.
Fazla olan topu ya kenara bırakın ya da kendi cebinize koyun.
Çift maçlarında, rakibin diğer oyuncusuna da verilebilir o sırada kullanılmayacak olan top.
Elinizde tek top varken servis atmak doğru değildir.
İlk servisi fileye takarsanız, ikinci topu ararken ya da almaya giderken, hem rakibinizin hem de sizin dikkatiniz dağılabilir.
Bunlarda amaç, oyunun duraksamadan oynanmasıdır.
Maçtan önce ısınmayı, maçtan sonra da kısa gevşeme egzersizlerini yapmayı unutmayın.
Herkes kendi sahasına düşen toplardan sorumludur.
Topun içeride ya da dışarıda olduğuna, top hangi sahaya düştü ise o sahadaki oyuncu karar verir.
“sen dışarıda diyorsun ama, bana göre içeride” diyerek sizden 20 metre ötedeki bir top için ahkam kesmek hoş değildir.
Teniste
heyecan ve adrenalinin de etkisi ile hatalı kararlar veren, ya da yalan
söyleyerek haketmediği bir sayıyı almaya çalışan tenisçiler olduğu da
bir gerçektir.
Sizin puanlarınızı yediğine inandığınız oyunculardan uzak durmaya çalışın.
Amatör emek hırsızları ne yazık ki insanı spordan bile soğutabilir.
Eğer böyle bir şahsiyetle bir turnuva maçı oynuyorsanız, bir hakem talebinde bulunabilirsiniz.
“gözlerim
her zaman iyi görmüyor, kendi sahama düşen toplarda bazen hata
yapabiliyorum, o nedenle bir hakemle oynamamız daha sağlıklı olur”
diyerek, onu da rencide etmemiş olursunuz.
Kibar insanların zarif insanlarla oynadığı bir spordur tenis.
Bir
maçın sonunda kaybetmiş de olsanız, rakibinize sinir de olsanız, hızlı
adımlarla fileye giderek onun elini gülümseyerek sıkın.
Bu kadar öneri yeter de artar bile.
Hoşunuza gidenleri koyun sepetinize.
“Şu salona gideyim de, yine yüzlerce kilo demir kaldırayım bugün” diyen pek fazla yoktur diye düşünüyorum.
Oysa tenis, özlenen ve tutku yaratan bir spordur.
Oynayanlar zaten bilir tadını.
Eğer siz tenise yeni başladıysanız, tenisin sihirli dünyasına hoşgeldiniz.
Tunç Müstecaplıoğlu
25.11.2011